DATÇA-ALAVARA YAPILAŞMAYA AÇILMAK İSTENİYOR

Söyleşi: Bekir Avcı
8 Mayıs 2020
SATIRBAŞLARI
Datça’daki Alavara Koyu’nun sit derecesi düşürüldü. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın kararı bölgedeki doğal hayatı ortadan kaldıracak yapılaşmanın, hatta maden işletmeciliğinin önünü açıyor. Muğla Çevre Platformu kararın iptali için bir kampanya başlattı. Platform gönüllüsü, hukukçu, Datça sakini Güngör Erçil’i dinliyoruz.

Muğla Çevre Platformu ne zaman, nasıl kuruldu, hangi ihtiyaçtan doğdu?

Güngör Erçil: 2016 yılının aralık ayında yapılan ilk toplantıyla Muğla Çevre Platformu’nun (MUÇEP) kuruluşuna karar verildi. Bu toplantıya yol açan şey, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın doğal sit alanlarının statülerini yeni mevzuata göre yeniden belirlemek üzere hazırladığı “Dört Mevsim Ekolojik Temelli Bilimsel Araştırma Raporu” denen çalışmasıydı. Bu çalışma ile Türkiye çapında 21 bölge belirlendi. Bunlardan biri de Muğla’ydı. Biz eski 1. 2. 3. derece doğal sit statülerinin bu raporla yeniden düzenlenmek istendiğini, bakanlığın Muğla Büyükşehir Belediye Başkanlığı’ndan görüş sorması üzerine öğrenmiş olduk. Bu bilgi üzerine bunun tehlikeli ve vahim bir şey olabileceğini fark ettik.
Şu anda Türkiye’de 18 Özel Çevre Koruma Bölgesi var. Dördü Muğla’da. Muğla’nın toplam alanının yüzde 25 civarı doğal sit, arkeolojik sit, kentsel sit gibi korunan alan statüsünde. Bu manada Muğla, Türkiye’de korunmaya değer yerlerin başında geliyor. Bu doğal sit alanlarının yeniden belirlenmesi çalışmasının kamuoyundan gizli saklı denebilecek biçimde yapılması ve hazırlanan raporun belediyeye dahi gönderilmemesi kuşku yaratan bir şeydi. MUÇEP bu gelişmenin vahim sonuçlar doğurabileceği anlayışıyla toplanan, ekolojist, doğasever, çevreci insanlar tarafından kuruldu. 2017 yılının ocak ayında Marmaris’te geniş katılımlı bir toplantı düzenlendi. MUÇEP’in kuruluşu burada kamuoyuna deklare edildi. MUÇEP o günden bu yana kentteki her türlü ekolojik sorunla elinden geldiğince başetmek üzere çaba harcıyor.

Platformun örgütlenme biçimi nasıl, kuruluşunuzdan bu yana neler yaptınız?

İç işleyişle ilgili bir yapılanma değişikliğine gidildi. İlçeler düzeyinde yerel meclislerin öne çıkması, bir yürütme kurulu oluşturulması kararlaştırıldı. Yatay örgütlenmiş, doğrudan demokrasiyi esas alan, cinsiyet eşitlikçi, her sözün değerini bir başkasıyla eşit sayan bir anlayışa sahibiz. Doğayı, kültürü koruma anlayışındayız. Bileşenlerimiz meslek örgütleri, kent konseyleri, dernekler ve vakıflar. Ayrıca bireyler yer alıyor. Yani bireysel ve örgütsel katılıma açık. Kurulduğu günden bu yana doğaya, ekolojiye verilen zararları gündemine alan, bunlara karşı politikalar geliştirmeye çalışan bir platformuz.
Muğla’da üç tane termik santral var. Muğla’nın başta gelen sorunlarından biri bu. Bu santraller ile kömür ocakları hem sağlık hem ekonomik hem ekolojik düzeyde çeşitli sorunlar yaratıyor. Ciddi sorunlar bunlar. Zaten Yatağan Termik Santrali meselesi 1980’li yıllardan beri  zaman zaman Türkiye kamuoyunun birincil gündemine geldi. Oradaki kirli hava sorununun yaşamı imkânsız hale getirdiği olmuştu. Şimdi belki o düzeyde vahim değil, ama aynı sorunlar sürüyor. Bir diğer yakıcı sorun da ormanların kesilmesi. Milas’ta, Ula’da, Çıtlık’ta, Fethiye’de, yani Muğla’nın çeşitli yerlerinde, genel olarak Türkiye’de olduğu gibi, orman alanlarının kesimi ciddi bir sorun. Öte yandan Milas İkizköy’de santral nedeniyle köylülerin suyu kesildi, geçtiğimiz yaz on güne kadar su verilemediği zamanlar oldu. Salgın günlerinde de köylülerin suyu iki günden fazla kesildi.

Türkiye’de 18 Özel Çevre Koruma Bölgesi var. Dördü Muğla’da. Muğla’nın toplam alanının yüzde 25 civarı doğal sit, arkeolojik sit, kentsel sit gibi korunan alan statüsünde. Bu manada Muğla, Türkiye’de korunmaya değer yerlerin başında geliyor.

Muğla’da çevre ve ekoloji sorunları çok. MUÇEP bunlara karşı hem duyarlılık geliştirmeye hem de meşru bütün yolları kullanarak bu sorunları çözmeye çalışıyor. Muğla’nın doğasına, ekolojisine, köylerine, köylülerine yapılan saldırılara karşı elden geldiğince karşı durmaya çabalıyor. MUÇEP’in bugüne kadarki faaliyetlerini kabaca böyle özetleyebiliriz.

Datça’nın ekolojik açıdan önemi nedir?

Datça Yarımadası ve Bozburun Yarımadası 1990’da Bakanlar Kurulu kararı ile Özel Çevre Koruma Bölgesi ilan edildi. Datça biyolojik çeşitlilik açısından oldukça zengin bir yer. Endemik türleri barındırıyor. Dünyanın başka yerinde olmayıp sadece burada bulunan bitki, böcek, hayvan türleri var. Datça Yarımadası, Hisarönü Körfezi’nden alırsak, 70 kilometre uzunluğunda. En geniş yeri yaklaşık 15 kilometre, dar yerindeyse 900 metre ile 1 kilometrenin altına düşüyor. Balıkaşıran Geçidi civarında neredeyse anakaradan kopmuş sayılabilecek bir yarımada. Kuzey tarafı Gökoava’ya, güney tarafı Akdeniz’e bakar. Datça’da her yıl baharda Ege’den Akdeniz’e su taşıma şenliği yapılır. İki deniz arasında kalmıştır. Kuzey kıyıları biraz Kuzey Ege’yi, yer yer Karadeniz’i andırır. Bu kıyılar rüzgâra ve dalgaya daha çok açıktır. İnsan ulaşımının, köy yerleşimlerinin olmadığı kıyılar vardır kuzeyde. Köy yerleşimleri ile son 30-40 yılın turistik gelişmelerinin ise güney yakada olduğunu söyleyebiliriz. Kuzey yaka o yanıyla daha dokunulmamış alanlardan oluşuyor. Bu ince uzun yapıda çok özel koylar var. En batıda Knidos’a yakın bölgelerde özellikle korunması gereken alanlar var. Burayı böldüğünüzde kalan kısımla anakara arasındaki bağlantıyı kesmiş oluyorsunuz. Yarımadanın işte böyle bir özelliği var. Yapılaşmayla, turistik alanla, tarımla, her ne yolla olursa olsun tümüyle insan faaliyetine açtığınızda, bir yeri kestiğinizde, herhangi bir nokta doğallığını kaybettiğinde, yarımadanın ince uzun yapısı nedeniyle kalan kısmıyla da bağlantısını kesmiş oluyorsunuz. Doğal olarak yabani hayatı da kesiyorsunuz.


MUÇEP, “Datça Yarımadası’nın doğasına gerçekten büyük bir kötülük yapmak için hedef seçmek isteseniz, Alavara’dan daha iyisi olamazdı” diyor. Alavara nasıl bir koy, Datça için nasıl bir öneme sahip?

Alavara geçmişte bir antik limanın da olduğu, hemen yakın çevresinin arkeolojik sit alanı olarak belirlendiği çok özel bir alan. Geleneksel biçimde eskiden beri tarımın sürdürüldüğü bölgeleri de var. Datça’nın kuzey yakasının turistik kullanıma pek elverişli olmadığını, rüzgâr dalgasının yüksek olduğunu söylemiştim. Korunaklı bazı koylar var. Alavar bunlardan biri. Bugün çok güzel bir plaja da sahip olan, kapalı, rüzgârlı, dalgalı havalarda bile denize girmenin mümkün olduğu özel bir yer. Ayrıca yaban hayatı açısından da çok fazla insan eli değmediği, yoğun kullanım olmadığı ve ulaşım da kolay olmadığı için korunmuş bir alan. Mevcut halinde de büyük bölümü 1. Derece Doğal Sit Alanı.

Yeni düzenleme Alavara’nın iki önemli bölümünü Sürdürülebilir Koruma Alanı olarak tespit ediyor. Koruma Kurulu’nun kararlarına baktığımızda, burada her türlü turistik tesis, onun gerektirdiği yapılaşmalar, entegre tesisler, hatta maden işletmeciliği yapmak mümkün.

Yeni düzenleme Alavara’nın iki önemli bölümünü Sürdürülebilir Koruma Alanı olarak tespit ediyor. Sürdürülebilir Koruma Alanı’na dair Koruma Kurulu’nun ilke kararlarına baktığımızda, burada her türlü turistik tesis, onun gerektirdiği yapılaşmalar, entegre tesisler, hatta maden işletmeciliği yapmak mümkün oluyor. Koruma Kullanma İlke Kararı da 2019’un aralık ayında daha çok yapılaşmaya imkân verir biçimde değiştirildi. Orada da 2017’de alınmış ilke kararı geriye götürüldü. Yani daha az koruyan daha çok yapılaşmaya imkân tanıyan yeni düzenlemeler yapıldı. Son düzenlemelere göre Sürdürülebilir Koruma Alanları’nda maden işletmek bile mümkün hale geldi. Orada bir maden işletmesi açılması ya da yoğun kullanıma yol açacak bir turistik tesis yapılması bölgedeki doğal hayatın bitmesi anlamına gelecektir.
Son durumu yerinde görmek üzere geçen hafta gitmiştik Alavara’ya. Tam da bahar havasıydı. Somut olarak olmasa da dedikoduları dolaşıyor, burada kurulacak bir maden işletmesinden bahsediliyor. Kişisel olarak diyebilirim ki, oradaki güzelliği, doğayı, çiçekleri gördüğünüzde, şu anki doğal hayatı sona erdirecek bir şey yapmak vicdansızlık, insafsızlık olur. “Kıyılır mı buna!” diyor insan. Köylüler orada tarım yapıyor. Meseleyi biraz da buna döndürüyorlar. Sanki biz köylülere karşı bir şey yapıyormuşuz gibi.

Meselenin aslı ne, sizin talepleriniz neler?

“Biz köylünün talep ve isteklerini dikkate aldık, ona göre düzenleme yapıyoruz” deniyor. Bu zaten hep söylenen bir şey, her yerde bununla karşılaşıyoruz, ama doğru değil. Rant sağlamak köylünün isteği değildir. Üstelik Alavara’da bir arsa toplama faaliyeti olduğunu, orada köylülerle ilişkilendirilemeyecek bir çıkar sağlama niyeti olduğunu, bir çıkar sağlama gayesi olduğunu biliyoruz. Bizim karşı çıktığımız şey de bu. Yani doğanın haksız rant uğruna talan edilmek isteniyor olması. Yoksa köylüyle karşı karşıya olmak gibi bir düşüncemiz asla olmadı, olmaz da. Böyle ifade edilmesi, böyle konumlandırılmaya çalışılması tam da rant isteklerini gölgede bırakmak, bu niyetini görünmez kılmak için yapılan bir şey. Bu olmayan çatışma ikilemine dahil olmayı kabul etmiyoruz. Doğanın korunmasının bugünden yarına rant ve kişisel çıkarla karşı karşıya konması gerekiyor, karşı karşıya olan da bunlar. Yani doğayı, ekolojiyi ve çevreyi korumayı isteyenlerle köylüler arasında değil temel çatışma. Birçok yerde böyle olmadığını da görüyoruz.

Doğa hepimizin ortak varlığı. Mesele hepimizin ortak varlığının özel kâra dönüştürülmek istenmesinde. Karşıtlık burada. O nedenle “Köylülerle çevreciler karşı karşıyalar, çevreciler köylülerin halini düşünmüyor” doğru değil, tavrımız da bu değil.

Çok yakındaki bir örneği yine hatırlatayım. Hemen Gökova’nın öbür tarafında, Ören’in üst taraflarında köylülerin suyu, termik santralin su ihtiyacı köylülerin su ihtiyacından önce geliyor diye kesiliyor. Su önce termik santrale veriliyor, oradan kalırsa köylüye veriliyor. Ve köylü geçen yaz on güne varan susuzluklar yaşadı. Zeytinlikleri kamulaştırılmak isteniyor, evlerini birden çok kez kamulaştırdılar. Ne için? Bugün özel kârdan başka bir şey ifade etmeyen Yeniköy Santrali’nin çıkarları için. Ortada köylünün isteğine dair ortak kamusal çıkar yok. Orayı işleten şirketin kârı, bireysel çıkarı var. Karşıtlık varsa eğer tam da burada var. O köylüyle bu kârı maksimize etmeye çalışan, insafsızca kâr etmeye çalışanlar arasında, doğaymış, köylüymüş, onun geçinmesiymiş, hiçbirini dikkate almayan gözü dönmüş kâr hırsı arasında var. Bu da Datça Alavara’daki durumla benzer. Doğa hepimizin ortak varlığı. Mesele hepimizin ortak varlığının özel kâra dönüştürülmek istenmesinde. Karşıtlık burada. O nedenle “Köylülerle çevreciler karşı karşıyalar, çevreciler köylülerin halini düşünmüyor” gibi bir yaklaşım ortaya konmaya çalışılıyor, bu doğru değil, tavrımız da bu değil.

Alavara koyu

Şu anda bile Nitelikli Koruma Alanları’nda entegre tesis kurmamak kaydıyla tarım yapmak mümkün. Bizim talebimiz Sürdürülebilir Koruma Alanı olmaması. En asgari seviyede Nitelikli Koruma Alanı, daha korunması gereken yerlerde ise Mutlak Koruma Alanı olması. Sürdürülebilir Koruma Alanı, yani 3. derecedeki statüde bir yer belirlenmesin istiyoruz. Nitelikli Koruma Alanı’nı da şu anda tarım yapılan bölgeler için söylüyoruz. Tümü birden Mutlak Koruma Alanı olsun demiyoruz, çünkü bu alanlar insan girişine kapatılır ve bu da oradaki gayrimenkullerin kamulaştırılmasını ya da takası gerektiriyor. Orada on yıllardır yapılagelen tarım sona erdirilsin gibi bir şey demiyoruz, bugüne kadar da hiç öyle bir cümle kurmadık. Orada sebze yetiştiriliyor ağırlıkla. Datça’da da epey bir ihtiyacı karşılıyor. Onu engellemek gibi bir kastımız yok. Ama orada yazlık site gibi doğal hayat ve tarımla çok daha az barışık, Datça’da örnekleri olduğunu biliyoruz, yüksek çitler, taş duvarlar ile doğal yaşamın sürekliliğinin kesintiye uğramasını, hayvanların hareketlerinin kısıtlanmasını istemiyoruz. Geniş ölçekli turistik tesisler yapılacaksa eğer oradaki insan kalabalığı zaten yaban hayatına başlı başına bir tehdit duygusu verecek ve engelleyecektir. O bölge kullanılamaz olacaktır. Çok geniş olmayan ince uzun yapıdan bahsetmiştik. Alavara Datça Yarımadası’nın mesafe olarak ortalarında sayılabilecek bir yer, orada oluşacak bir kesinti anakara ile bağlantının kesilmesi anlamına gelecektir. Doğal hayatın sürekliliği açısından böyle kritik bir yanı var. Bir de söylediğim gibi, Datça’nın turistik yönle değilse bile doğal hayat açısından bakıldığında en özellikli yerlerinden biri Alavara. Burası için böyle bir karar alınabiliyorsa Datça Yarımadası’nın geri kalan bölümleri için çok daha vahim şeyler olabilir diye düşünüyoruz. Yeni statüye göre Datça Yarımadası için Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın ilk kararı bu. Ciddi biçimde yanlış olduğuna inandığımız bir karar.

Datça’nın en özellikli yerlerinden biri Alavara. Burası için böyle bir karar alınabiliyorsa Datça Yarımadası’nın geri kalan bölümleri için çok daha vahim şeyler olabilir.

Şu an bir karşı kampanyanız var, ama bakanlık karardan vazgeçmezse meseleyi yargıya da taşıyacak mısınız?

Kararın geri alınmasını istiyoruz. Eğer alınmazsa tereddütsüz dava edeceğiz. Davadan önce bakanlığın kararını geri almasını bekliyoruz. O nedenle imza kampanyasını “Bu kararı geri alın. Sürdürülebilir Koruma Alanı içermeyen yeni bir karar alın” talebiyle Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü’ne yönelik olarak başlattık. Kampanya şu anda sürüyor. Talebimiz kararın geri alınarak, Alavara için Nitelikli ve Mutlak Koruma Alanları’ndan oluşan sit kararının yürürlüğe konması. Karar geri alınmazsa, Türkiye’nin uluslararası sözleşmelerden kaynaklanan yükümlülüklerine aykırı olduğunu, Özel Çevre Koruma Bölgesi statüsüyle uyuşmadığını düşündüğümüz bu kararı dava edeceğiz. Fikri, talebi net bir yurttaş topluluğuyuz. Daha önce 45 kişi, 30 kişi açtığımız dava örneklerimiz de var. Davaya gerek kalmadan bakanlığın bu kararı geri alması ve yeni bir düzenleme yapması öncelikli isteğimiz. Çabamız bu yönde.

Yerel yönetim sürece nasıl yaklaşıyor?

Belediye adına söz söylemek istemem, ama onların da bu karara olumlu yaklaşmadığını biliyorum. Dava açarlar mı, bilmiyorum. Talebimiz karar geri alınmadığı takdirde belediyenin dava açmasıdır.

Salgından kısa bir süre önce kararın Resmi Gazete’de paylaşıldığını görüyoruz. Böylesi ölümcül bir salgında böyle bir gündemin oluşmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Sosyal medyayı izleyenler salgının birçok yerde fırsata çevrilmek istendiğini biliyor. Bu salgın günlerinde uygulamaya konan, doğaya ve yerel halka zarar veren projelerin en bilinenlerini sıralayalım. En yakın örnek Salda Gölü. Kanal İstanbul’da köprü taşıma için yapılan ilk ihale. Fethiye Ölüdeniz’de jeotermal. Aydın’da jeotermaller. Çıtlık’ta orman kesimi. İkizköy’de su kesme. Kazdağları… Saymakla bitmiyor. Hepimiz evlerimize kapandık, hastalığı birbirine bulaştırmamak isteyen herkes sokağa çıkmama konusunda yasaklardan öte bir duyarlılık gösteriyor. Evlere hapsolan biziz, doğanın talanı eve, iş yerine hapsolmuş durumda değil. O açıdan bakıldığında bu salgın zamanında olanlar çok vahim.

^