BİR İŞTEN ÇIKARMA HADİSESİ İLE YENİDEN GÜNDEME GELEN MESELE

Söyleşi: Siren İdemen
11 Temmuz 2018
SATIRBAŞLARI

Ülkenin artık doğrudan patronlar tarafından şirket gibi yönetileceğinin müjdelendiği yeni rejimde her şey patronun iki dudağı arasında. Patronun gönlü isterse, bir kararname çıkarır, sendikaları toptan lağvedebilir mesela. Sendikalarsa, hadi çoğu diyelim, epeydir şirket gibi yönetiliyor. Şirket gibi yönetilen sendikanın ne anlama geldiğini, geçtiğimiz günlerde bir kadın çalışanın keyfi bir şekilde işten atılmasının ardından Tez-Koop-İş Kadın Dergisi’nin editörlüğünden istifa eden feminist gazeteci Necla Akgökçe’den dinliyoruz.
Hayv Kahraman

Tez-Koop-İş’in kadın dergisinin editörlüğünü bırakmana neden olan olay neydi, nasıl oldu?

Necla Akgökçe

Necla Akgökçe: Kadın dergisinin editörlüğünü belli bir süreliğine ve dışarıdan çalışmak kaydıyla üstlenmiştim. Benim bu işi üstlenmemin öncesinde sendika genel merkezine uzman olarak çalışmak üzere çok sayıda kadın alınmış. Hepsi nitelikli arkadaşlardı. Başka işler de yapan bu arkadaşlar dergiciliği öğrendikten sonra ben işi devredecektim. Deniz’i [Bozdemir] de dış ilişkiler biriminde çalışmak üzere işe almışlar. Ama sonra, genel başkanın odasının önünde bir oda var, oraya yerleştiriyorlar, gelen gidenin çok olduğu bir yer. Deniz gazeteci, ama olmadık işler yaptırılıyor kendisine. Anladığım, bir mobbing süreci yaşanıyor. Üçüncü sayıyı hazırlamak üzere Ankara’ya gittiğimde, genel başkanla derginin içeriğini ve çeşitli ihtiyaçları konuşurken laf arasında, biri Deniz, iki kadının ismini vererek işten atacağını söyledi. “Onlara haber yaptırma” dedi.

İşten çıkarmak istemesinin gerekçesini söyledi mi?

Onlardan istediğim performansı alamadım” dedi. “Çok geçimsizler” filan gibi sudan bahaneler… Bu arada, başkanın bir işi çıktı, öğleden sonra konuşmak üzere toplantıya ara verdik. O iki kadınla yemek yedim. Yemekte başkanla aramızda geçen konuşmayı anlattım. Bu konuşma yönetime gidiyor. Ertesi gün, Deniz “beni işten çıkardılar” diye aradı. İşten çıkarma şekilleri de ilginç. Muhasebe bildiriyor Denize işten çıkarıldığını. Petrol-İş’te çalışırken de MHP’liler, AKP’liler sendika yönetimine geldiğinde iki kadın işten çıkarılmıştı. “Biz sizinle çalışmak istemiyoruz” demişlerdi. Onlarda bile bir usûl vardı. Burada yok. Ben de dergimizin yazarlarından birini bu biçimde işten çıkaramazsınız diyerek istifa dilekçemi gönderdim.

Şirketlerin yaptığı ve sendikanın çalışanın hakkını savunmak için müdahale ettiği türden bir uygulamayı sendika kendi çalışanına karşı yapıyor yani…

Aynen. Sıradan patron bile bu şekilde işten çıkarmıyor, en kötü patronun yaptığı şey bu. İstifamın ardından danışmanlardan biri aradı. Doğrudan temas da kurmazlar, hep birtakım aracılarla iş yürütülür. “Ne yaptınız hocam, yapmayın… Siz önce başkanla bunu bir konuşmalıydınız…” Ben de “derginin yazarını işten atıyorsunuz, ben o derginin editörüyüm, o benimle konuşmalıydı” dedim. Her durumda siz suçlanıyorsunuz, sendika başkanı ve yönetim kurulu birini işten atıyor; onların suçu ve kabahati yok. Sendikalarda erkekler arası küçük iktidar adacıkları oluşturmuşlar.

Tez-Koop-İş üyelerinin çoğu kadın olan bir sendika, değil mi? Üyelerin genel profili, çalışma koşulları nasıl?

Üyelerinin yüzde 40’a yakını kadın. Bu nedenle de dergi yapma önerisine çok sevinmiştim. AVM’lerde, büyük zincir marketlerde, hizmet sektöründe çalışan kadınlar. Dergi için bir süredir üye kadınlarla söyleşiler yapıyorum. Sendikanın yönetimindeki erkeklerden gerçekten de daha bilgili kadınlar. Kimi üniversite mezunu, kimi iki senelik yüksek okul mezunu, kimi açık öğretim fakültelerini bitirmiş… Diyelim Muğla’dasın, başka iş yok, Migros ya da Carrefour eleman arıyor, başka iş bulamadığın için giriyorsun buralara. Çok düşük ücret alıyorlar, asgari ücretin biraz üzerinde. Fakat düzenli ve sendikalı bir iş olması cazip geliyor. Kimisi öğrencilik süresince mesela, kısa süreliğine giriyor işe. Sektörde yarı zamanlı çalışma da yaygın. Konuştuğum kadınların çoğu yarı zamanlı girmiş, fakat bir süre sonra sürekli çalışmaya geçmişler. Hastanelerin kantininde, kasada, çeşitli birimlerinde çalışan Tez-Koop-İş’li kadınların çoğu taşeron. Taşeron işçiler bile yine açık öğretim ya da üniversite mezunu. Tüm bu kadın çalışma biçimleri üzerinden bir sendikanın yapacağı, yapması gereken öyle çok iş var ki…

AVM’lerde, hizmet sektöründe taciz çok, aşağılama, şiddet… Müşterisi de yapıyor, patron temsilcisi de. Ve bu kadınlardan sürekli gülümsemeleri, şık olmaları, müşteriye karşı alttan almaları isteniyor, duygusal şiddet de var yani. Esnek çalışma hali hâkim. İş tanımları net değil, çalışma süreleri değişken.

Yani, çoğu niteliklerinin, eğitimlerinin çok altında işler yapıyor…

Evet, aldıkları ücret ile formasyonları arasında ciddi bir uçurum var. AVM’lerde, hizmet sektöründe taciz çok, aşağılama, şiddet… Müşterisi de yapıyor, patron temsilcisi de. Ve bu kadınlardan sürekli gülümsemeleri, şık olmaları, müşteriye karşı alttan almaları isteniyor, duygusal şiddet de var yani. İlk sayıda duygusal şiddet üzerine tez yazan, TÜBİTAK’ta çalışan sendika üyesi bir kadınla söyleşi de yaptık. Feministti. Değişik, çok geniş bir kadın çalışan profilini barındırıyor sendika.

Sendika üyelerine ne sağlıyor?

Düzenli bir iş, asgari ücretin biraz üzerinde bir ücret, iki maaş ikramiye, yakacak yardımı, çocuğu olanlara eğitim parası gibi sosyal yardımlar… Bu da kısmi, taşerona bağlı güvencesiz çalışmanın yoğun olduğu kadın emek piyasalarında az buz bir şey değil.

Kreş ya da yuva imkânı var mı?

Kreş yok, genel olarak servis de yok. Kreşin pazarlığı yapılmamış. Ya da bazı yerlerde yapılmıştır, ben duymamış olabilirim.

Erkek çalışanlarla kadın çalışanların ücretleri arasında fark var mı?

Aynı işi yapıyorlarsa, yok. Fakat, erkekler daha nitelikli sayılan işlere alınıyor. Mesela, Migros’ta kasaplık ya da şarküteri daha nitelikli iş, çünkü “meslek” sayılıyor. Kadınlarsa kasiyer olarak çalışıyor ve kasiyerlik “meslek” olarak görülmüyor. Bu anlamda bir ücret farklılığı var. Diplomalı “usta kasap” bir kızla konuşmuştum. “Benim ücretim daha iyi” diyordu. 150 lira daha fazla alıyormuş. İçim kötü oldu duyunca.

Haftalık çalışma süresi ortalama kaç saat? Fazla mesai için artı ücret ödeniyor mu?

Normal çalışma süresi günlük 8 saat olması lâzım. Ama görüştüklerimin hepsinin söylediği şu: “Biliyorsunuz, bizim sektörde çalışma saatleri belli değil.” Sabah 9’da girip gece 10’da çıkabiliyorlar. Büyük mağazalarda vardiyalı çalışılıyor. Haftada bir gün tatilleri var. Çalışma şartları çok kötü. Büyük mağazalarda koşullar daha düzenli. Küçük mağazalarda çok kötü. Kasada çalışan genç kadın reyonun düzenlenmesinde, malların yerleştirilmesinde de çalışıyor. Esnek çalışma hali hâkim. İş tanımları net değil, çalışma süreleri değişken. Mobilizasyon çok yüksek. Fakat gözlemlediğim kadarıyla, küçük yerlerde yıllar boyu çalışıp emekli olanlar da var.

Temsilcilere ve üyelerine düzenli eğitim veren çok az sendika kaldı. Verilen eğitimin içeriği de önemli. Bazı sendikalar hakla ilişkiler uzmanlarını eğitici olarak kullanıyor. Artık klasik anlamda “artı-değer, sömürü nedir”i anlatan eğitimciler yok. Sendika üyeleri eskisine göre bilinçsizler.

Üretimde çalışan işçiyle hizmet sektöründekileri, mesela 14 yıl çalıştığın Petrol-İş ile Tez-Koop-İş üyelerini karşılaştırırsan, gözüne çarpan temel farklılıklar neler?

Tez-Koop-İş’te kısa süre çalıştığım için bu alandaki ilk gözlemlerimi iletebilirim ancak. Hizmet sektöründekiler üretimde çalışan işçiden çok değişik. İnsan ilişkileriyle ilgili bir meslek yaptıkları için sanırım, ufukları daha açık. Kadın olma bilinçleri yüksek. Çünkü taciz, düşük ücret, müşteri şiddeti gibi kadın olmalarından kaynaklanan pek çok sorun yaşıyorlar. Üretimdeki kadınların sosyalleşme olanakları düşük olduğu için kadın olma bilinçleri de daha düşüktü. Kasada çalışan bir kadının müşterisi de çoğu zaman kadın, çalışırken bile kadın kadına sosyalleşmenin imkânını sunuyor bu. Hizmet sektöründe daha eğitimli bir kesimle karşı karşıyayız. Gerçi Petrol-İş’te de kadınlar en az lise mezunuydu, erkeklere göre tahsilleri daha yüksekti.

Kadınların daha tahsilli olmasının nedeni ne?

Büyük ihtimalle, meslek okulu mezunu, ortaokul mezunu erkekleri işe doğrudan alıyorlar. Kadınlarda biraz daha yüksek standart arıyorlar. Bir de kadınların çalışabileceği alanlar sınırlı. Lise mezunu bir kadın bankaya girmek istese, oradaki iş çoktan tutulmuş. Üretimin de belli bir bölümünde, mesela Petrol-İş’te, daha çok büyük fabrikalara plastik aksam üreten küçük işletmelerde kadınlar çalışırdı. Oradaki ücretler de genel olarak düşüktü. Üretim alanındaki kadınların ücretti, çalışma şartlarıydı gibi kamusal alandaki emek sömürüsüyle ilgili bilinç düzeyleri hizmet sektöründekilere göre daha yüksek olabilir.

 

Feminist diyeceğin ya da kendine feminist diyen çalışanlarla çok karşılaştın mı? Senin temas kurduğun kadın çalışanların aşağı yukarı kaçta kaçı 8 Mart’lara katılıyordur?

Karşılaştıklarım arasında çok yoktu. Feminist hareketle bağlantılı olduklarını düşünmüyorum. Konuştuklarım arasında bağımsız kadın hareketinin yapmış olduğu 8 Mart’a katılmış olan iki kadın üyeye rastladım. Biri Muğla’daydı. Yine Muğla’da sendika temsilcisi bir kadın “feminist” olduğunu söylemişti. Fakat gözlemlerim sınırlı benim. Yine de bir üretim sendikasına göre, kendini feminist olarak tanımlayan kadın üyelerin daha fazla olduğunu söyleyebilirim.

Hizmet sektöründe taciz üretime kıyasla daha fazla, öyle mi?

Müşteriden gelen taciz, azarlama var bir defa… Kızların bazıları şiddete uğradıklarını dahi anlattı. En fazla şikâyet ettikleri konulardan biri her durumda güler yüzlü olmaya zorlanmak. Duygusal emek… En çok bunun zorlarına gittiğini söyleyen kadınlar vardı.

Makyaj yapma zorunluluğu, giyim kuşamla ilgili kurallar hem zaman hem de para açısından külfetli. Bu konuda rahatsızlıklar dile getiriliyor muydu?

Güzel, makyajlı, bakımlı görünmek zorundalar. Bunun bayağı bir zahmeti de var; kuaföre gidip fön çektirmek, devamlı ütü yapmak gibi. Görüştüğüm kadınların çoğundan şuna benzer sözler duydum: “İşimiz ayrı, evdeki sıkıntılarımız ayrı, evdeki sıkıntılarımızı asla işimize yansıtmayız…” Yani “öyle iyi çalışan kadınlarız…” Belli ki bu konuda bayağı ciddi bir şirket politikası var. Evdeki sıkıntıları iş yerine yansıtmayacaksınız, daima güler yüzlü olacaksınız. Bunun kendisi bir taciz.

Üyelerin gündelik hayatında sendika nasıl bir yer tutuyor? Sendika gidip gelinen, siyasal mevzuların konuşulup tartışıldığı, üyelerin siyasal, sosyal, kültürel hayatlarını zenginleştiren bir alan işlevi görüyor mu? Yoksa sendikayla ilişki toplu sözleşmeden toplu sözleşmeye temsilci aracılığıyla yürütülen bir ilişki mi?

Sanırım temsilciler aracılığıyla yürüyen bir ilişki düzeni var. Fakat bu şubeye göre de değişebiliyor. Daha fazla kişinin üye olduğu şubelerde sendikanın üyelerle teması daha az. Mesela Antalya şubesinden bir kadın, Kadın Komisyonu kurduklarını ve çalışma yaptıklarını söylemişti. 8 Mart’ta etkinlik yapmışlar, tartışma için konuk davet etmişler, film seyretmişler. Ama genel olarak sendikalar üyelerinin günlük hayatlarının içinde pek yer almıyor. Sendika başkanları da, şube başkanları da belli zamanlarda gider işyerlerine. Temsilciler aracılığıyla çözümlenmeye çalışılıyor sorunlar veya kurulan temaslar onlar üzerinden oluyor. Onlar da çoğu zaman çok yetersiz kalıyorlar. Temsilcilere ve üyelerine düzenli eğitim veren çok az sendika kaldı. Verilen eğitimin içeriği de önemli. Bazı sendikalar hakla ilişkiler uzmanlarını eğitici olarak kullanıyor. Artık klasik anlamda “artı-değer, sömürü nedir”i anlatan eğitimciler yok. Sendika üyeleri eskisine göre bilinçsizler. Eskiden, 12 Eylül öncesinde, grevler, direnişler bir okul olarak görülüyordu. Eğitimler veriliyor, tiyatro gösterilerine götürülüyormuş grevdeki işçiler. Şimdi biri alıyor eline mikrofonu, slogan attırıyor. Ya da medyada bir grevin ne kadar görünürlüğü varsa, o grev o kadar başarılı sanılıyor. Direniş bitiyor, eski tas eski hamam. İşçi patronla devletin polis, jandarma vs. arasında kurduğu bağı unutuyor. Gidiyor, oyunu varolan işi de, huzuru da bozulmasın diye patron partilerine veriyor. Sonra “makarnacı” filan deniyor. Ne yapsın insanlar? Eylem tek başına bir bilinç dönüşümüne yol açmaz ki. Sendikal iradenin de yapacakları var. Genel kurul öncesine sıkıştırılan medyatik bir-iki atılıma sığdırılıyor her şey, tehlike bitince yapılan işler de bitiyor. Size de artık diğer genel kurulu beklemek kalıyor. Böyle sendika çalışması da, sendikacılık da olmaz.    

On dört yıldır sendikal çalışmanın içindesin. İlk başladığın günlerden bugüne gidişatı nasıl değerlendiriyorsun? Emek sürecinde kadınların durumu, rolü, örgütlenmedeki yeri açısından bakarsak kayda değer değişiklikler oldu mu?

Önce sendikacı erkekler üzerine bir şey söylemek isterim. İlk girdiğim sıralarda, legal sol partilerde siyaset yapmış, sonra sendikacı olmuş insanlardı yöneticilerin çoğu; daha medeni, elini ayağını nereye koyması gerektiğini bilen kişilerdi. Petrol-İş’te çalışırken onların giderek azaldığını gördüm. Ne söylediğini anlamayan, okumayan, yönetime gelince, ele geçirdikleri iktidarla her şeyi yapabileceğini sanan, her işi para üzerinden düşünen adamlar gelmeye başladı. Sendikacı tipolojisi değişti. Sendika kültürü de değişti. Erkek sendika uzmanlarının büyük bölümünün bu değişen kültür içinde patriyarkal sendika bürokrasilerinin üretimine “cinsiyetçilik bilgi ve birikimleriyle” epey katkıda bulunduğunu düşünüyorum. Erkekler arası bu cinsiyetçilik alışverişi sendika yönetimlerini de kadınlara karşı güçlendiriyor. Bu kültür, sendikanın günlük pratiğini, fikir üretme süreçlerini, sendikalarda uzman olarak çalışan ve sendika üyesi olan kadınlara karşı tavırları da etkiliyor. Mesela Tez-Koop-İş Sendikası söylediğim işbirliğinin çok sağlam olduğu bir sendikaydı bana kalırsa. Fakat, kadın çalışması yapılan bir sendikada her durumda örgüt bir şeyler öğreniyor yine de.

Sendika yönetimi de mi?

Hayır, hayır, yönetimlerin ve sendikal bürokrasinin bir parçası olan erkek uzmanların büyük bir bölümünün bir şeyler öğrendiğini düşünmüyorum. “Bir sendikada toplumsal cinsiyet çalışmaları nedir?”, “Biz nerede ve ne tür bir hata yaptık da böyle bir kriz patlak verdi?” demezler. Tez-Koop-İş’te genel başkanı “Ne gerek vardı şimdi bir kadın dergisine, getirdin feministleri, başımıza bela oldular” diye eleştiriyorlardır şimdi. Kişisel hatalarına tanık olmasam, sendikaların örgütsel hafızasının patriyarkal bir hafıza olduğunu bilmesem ve erkeklerle empati kurmak gibi kötü bir huyum da olsaydı, “adamın da başı yandı” diyebilirdim.

Tez-Koop-İş yönetiminin bu kadar cinsiyetçi olması sıradan bir durum mu, özel bir sebebi var mı?

Tez-Koop-İş’in yönetiminin bu kadar cinsiyetçi olması biraz da kadın üye sayısının fazlalığından kaynaklanıyor. Kadınlar bir güç oluşturuyor. Şimdi olmasa da yarın yönetime talip olabilirler. Üyelerinin yüzde 40’a yakını kadın olan ve içinde feministlerin de bulunduğu bir sendikanın merkez yönetiminde hiç kadın yok, tek bir şubenin yönetiminde kadın var. O veya bu şubede kendi aralarında kadın komisyonu kuruyor kadınlar, bir şubede kadın dergisi bile çıkarmışlar. Sendikada kadın hareketliliği başlamış esasında. Tabanda bir şeyler oluyor, tabanda olan şeyler birleştiğinde yönetimlerdeki erkeklerin koltukları için ciddi risk oluşturabilir. O nedenle “işi sıkı tutalım” ya da “yapsınlar, ama bizim denetimimizde, çizdiğimiz sınırlar dahilinde olsun her şey” diye düşünüyorlar. Denetimi kaçırırsalar koltuk da kaçar. Konuştuğum temsilciler arasında sendikanın en üst yönetimine talip pek çok kadın var. Değişim ve dönüşüm de buradan gelecek. O kadar kadını temsilcilik görevlerine sıkıştırıp işe devam edemezsiniz.   

 

AKP’nin ve liderinin açıkça kadın-erkek eşitliğine karşı söylemleri ve hukuktan eğitime her alanda bu doğrultudaki politikaları, bu politikaları benimseyenlerin ötesinde, karşı çıkan kesimleri de içine alan bir etki yaratmış gibi. Toplumun neredeyse genelinde, bu nadan, nobran, maşist dilin ve tavrın meşruiyet kazandığını, solun çeşitli kesimlerinin de bundan muaf olmadığını söylemek yanlış mı olur?

(gülüyor) Tam da öyle olduğunu düşünüyorum. Sendikalarda da astığı astık, kestiği kestik küçük küçük Tayyip Erdoğanlar var. Eskiden, “sendika bürokratı” sözünü hakaret gibi, olumsuz anlamda kullanırdık. Şimdi artık bu genel kabul gören bir gerçek. “Kim gelirse, biz ona hizmet ederiz” diyen sendika uzmanları var. Sendikal bürokrasi derken uzmanları, özellikle erkek uzmanları, bürokrasinin dışında tanımlamıyorum. Bazı sendikalarda sendika başkanı neredeyse allah gibi. Bazı uzmanların görevi, ona ne kadar büyük ve bulunmaz bir şey olduğunu tekrarlamak. İstifa etmem üzerine uzmanlardan biri beni arıyor ve diyor ki, “Hata yapıyorsun, çok fevri davranıyorsun, sendikalarda olur böyle şeyler, insanlar işten atılır. O derginin çıkması lâzım, sorumlulukların var.” Sorumluluk tanımları bile değişik. Sendika başkanlarının ve yönetiminin hiçbir sorumluluğu yok mesela. Onlar her türlü sorumluluktan muaf kişiler. Kafası bozulduğunda birini işten rahatlıkla atabilirler. Ama orası bir sendika, işçilerin hakkını arayan bir örgüt. Sen bu tutumunla sendikaya zarar verip prestijini sarsabilirsin. Kol kırılır, yen içinde kalır. Sendikalar bu anlayışla işçilere de zarar veriyorlar, bunu hesaba katan yok. İyi ki feministim, yoksa başımda sınıf çıkarlarını düşünmek gibi başka bir sorumluluğum daha olurdu. (gülüyor)

Böyle bir sendika insanı, “sendika uzmanı” prototipi var. Korkutulmuşlar. Neyle korkutuluyorlar? “Burada, bu sendikada olay çıkarıp işten çıkarılırsan, artık hiçbir sendika seni işe almaz.” Çünkü sendika uzmanı olmak dışında başka bir yolla hayatlarını kazanmamışlar. Çoğunu bir itaat, kabul ilişkileri çerçevesinde küçükten alıp yetiştiriyorlar.

İşçi patronla devletin, polis, jandarma vs. arasında kurduğu bağı unutuyor. Gidiyor, oyunu varolan işi de, huzuru da bozulmasın diye patron partilerine veriyor. Sonra “makarnacı” filan deniyor. Ne yapsın insanlar? Eylem tek başına bir bilinç dönüşümüne yol açmaz ki. Sendikal iradenin de yapacakları var.

Basında da böyle… “Profesyonellik” mesela, eskiden bir meziyet değildi. “İşime profesyonel bakarım, neyse gereği yaparım, senin işten çıkarılman beni ilgilendirmez…” bakışı anlaşılan bugün sendika çalışanları tarafından da benimsenmiş…

O kadar korkuyorlar ki, arkadaşlarına “geçmiş olsun” dahi diyemiyorlar. İşten atıldı ya, “aman allahım, bulaşmayalım, ağzımdan bir laf kaçar, bu da başkanın kulağına gider, ben de işimden olurum” diye bakıyorlar.

Dolayısıyla sendikaların iş yerlerinde müdahil olduğu ve mücadele ettiği her tür sorun sendikaların içinde, sendika çalışanları için de geçerli… Güvencesizlik, esnek çalıştırılma, mobbing, taciz, keyfi işten çıkarma…

Aynen. Bir kere, sendika çalışanları sendikalaşamıyor. Biz Petrol-İş’te bunu yapmaya kalktık. Elli küsur yaşımdan sonra ilk defa, bir sendikaya üye oldum. Sosyal-İş sendikasını aradım. “Bireysel olarak sendikaya üye olmak istiyorum” dedim. Adam bana “Mustafa Öztaşkın’ın [o zamanki Petrol-İş Genel Başkanı] haberi var mı bundan?” diye soruyor. Sendikalı olmamız üzerine, o zaman genel sekreter olan AKP’li Ali Ufuk Yaşar küplere bindi. Adamın başkan olma olasılığı da artınca… Herkes teker teker sendikadan istifa etti. İşe önayak olan uzman erkek bir noktada öyle bir hale geldi ki, yanında “s” harfini bile kullandırtmıyordu. Birkaç kişi kaldı istifa etmeyen, onların da çoğu kadındı. Böyle acayip bir atmosfer var. Sendika uzmanları arasında dayanışma sıfır. Hepsi kralın as adamı olma peşinde. Flormar işçilerine bakıyorum, onların sergilediği dayanışmanın onda biri sendika uzmanları arasında yok. Ve bu sendika uzmanları Flormar işçilerine sendikada örgütlenmenin ne kadar çıkarlarına uygun olduğunu, dayanışmanın çok gerekli olduğunu anlatıyorlar. Üç kuruş alan işçiyi yönlendirmek kolay, ama sen sendikada bir arkadaşın atıldığında kafanı öte yana çevir. Flormar işçilerine ders anlatacaklarına onlardan ilham alabilirler. İşten atılan arkadaşlarının yanında durabilmeyi, hiç değilse onları alkışlamayı, usûlünce vedalaşmayı öğrenebilirler. Ya, sendikanın dışında da hayat var, insan ekmeğini başka yerden de kazanabilir.

Çalışanları sendikalı yapana kadar örgütlenme çalışması yürütülüyor galiba… Son yıllarda adını duyuran direnişlerin çoğunda işçiler neredeyse bağlı oldukları sendikalara “rağmen” direnişlerini sürdürdü ve bir sonuç aldılar. Ya da sendika yüzünden sonuç alamadıkları oldu… Sendikaların direnen işçilere ayak bağı olduğunu bile gördük. Bu abartılı bir yorum mu?

Hiç abartılı değil. Novamed sürecinde o zaman yönetimdeki sağcı başkanlardan biri şöyle demişti: “Siz bu fabrikayı kapattıracaksınız, ne yapmak istiyorsunuz? Niye haber yaptırıyorsunuz?” Biz de basında haber çıktı diye seviniyorduk. Direniş kamuoyuna mal oldu, geri adım atacaklar diye. Adam mücadelenin gereksiz olduğunu savunuyordu. Sendika bürokrasisi mi demek gerekir, bürokrasiyi de aşan bir durum var, nasıl tanımlayacağımı bilmiyorum. Bunlar iktidarlarının devamına zarar verecek her şeyi engelleyebilirler ya da ona hizmet edecek her şeyi yapabilirler. Mutlak bir iktidar olduğu için ve başkanın çevresinde onu mutlak iktidar olduğuna inandıran okumuş yazmış erkekler olduğu için durumlarını değerlendiremiyorlar da. Bizim kadın dergisi örneği de bunun dışında değil. Kadın dergisi çıkarmanın itibarı varsa, sorumluluğu ve riski de var. “Risk misk tanımam, ben yaparım” diyor adam ama. Eğer cinsiyetçiyseniz, toplumsal cinsiyet eğitimi almadıysanız, kadın-erkek eşitliğine inanmıyorsanız, kadın dergisi de çıkarmayın.

İlk girdiğim sıralarda, legal sol partilerde siyaset yapmış, sonra sendikacı olmuş insanlardı yöneticilerin çoğu; daha medeni, elini ayağını nereye koyması gerektiğini bilen kişilerdi. Onların giderek azaldığını gördüm. Ne söylediğini anlamayan, okumayan, ele geçirdikleri iktidarla her şeyi yapabileceklerini sanan, her işi para üzerinden düşünen adamlar gelmeye başladı.

Eskiden sendika yönetimlerindeki erkeklerin siyasetten geldiğini söylüyordun… Şimdi siyasete, daha doğrusu TBMM’ye gidiyorlar… Son yıllarda DİSK genel başkanlarının hepsi CHP’den milletvekili oldu: Rıdvan Budak, Süleyman Çelebi, şimdi Kani Beko… Ve oradaki varlıklarının emek lehine pek bir katkısını göremedik…

Olmaz elbette. CHP’nin emek diye bir meselesi pek yok. Sendikacıları parlamentoya alarak emek sorununu “hallettiklerini” düşünüyorlar. Esasında sendikacıların büyük bir bölümünün de emek diye bir meselesi yok. Parlamentoya girmek onların kariyerlerinde bir üst basamak. CHP’nin bir emek politikası olsaydı, en azından parlamentoda emek üzerinden politika geliştirebilecek sendikacıları seçilecek yerlere koyarlardı. Tercihlerini hep etliye sütlüye pek karışmayan, kariyer merakı olan erkek sendikacılardan yana yapmaları bunun açık göstergesi.  

Geçmişte solcular için sendika siyasal mücadelenin, örgütlenmenin alanlarından biriydi. Bugün ise sendika profesyonelleşmiş bir sektör, danışmanlık şirketi gibi çalışan yapılara dönüşmüş durumda…

Sendikaları işletme yönetimi mantığıyla yönetiyorlar. Petrol-İş’e ilk girdiğimde 12 Eylül dönemini Maden-İş’te yaşamış bazı uzmanlar vardı. Hem yaşlarından hem de bilgilerinden aldıkları güçle, sendika yönetimleriyle yanlışları üzerine tartışırlardı. Erkeklerin kendi aralarında tartışabilmeleri yönetimlerdeki mutlak erkek egemenliğini sarsıcı bir şeydi. Giderek, yönetimlere fikir yerine gaz veren uzman ve danışmanlar türedi. İşçi denetiminin mekanizmaları da tıkalı olunca işletmeler gibi yönetilir hale geldi sendikalar. Bu mantık üyeleri de denetim altında tutmanın bir şekli. Feminist açıdan baktığımızda bunun patriyarkadan bağımsız olmadığı görülür. Tez-Koop-İş özelinde bir gözlemimden bahsetmek isterim. Temsilciler, bizim çalıştığımız dönemdeki Petrol-İş Sendikası’ndan farklı olarak, seçilmiyor, atanıyor. Adamların hakkını yemeyeyim, Türk-İş’e bağlı sendikaların çoğunda bu böyle. Bu ve bunun gibi antidemokratik örgütsel mekanizmalar sendikada “babalık ideolojisi” diyebileceğim, erkeklerin yararına işleyen bir himayecilik biçimine yol açmış. Fabrikada kapitalist bunu “biz bir aileyiz” şeklinde formüle eder. İşin özü “babaya itaat”tir. Sendikaya dönelim. “O bizim babamız gibi.” Bunu şube başkanın erkek olduğu bir yerde duydum. Bir de laf arasında sendikada görev yapan genç bir uzman kadının ağzından. Yönetimde kendine yakın bir erkeği böyle tanımlıyordu. Devam etmek olanağım olsaydı, erkeklerin hâkim olduğu tüm şubelerde buna tanıklık edeceğimden eminim.

Şube başkanı erkek kadın temsilci atıyor mesela. Temsilci kadın kendini himaye edilmiş hissediyor. Bir adamın inayeti ve babalığı sayesinde oraya geldiğini düşünüyor. Çünkü yönetim kademesinde bulunan erkekler kadınlara bir şeyler bahşeder durumdalar. Sendikanın bütünündeki kadın gücünü şubeden görmeleri imkânsız, çünkü demokratik haber alma mekanizmaları çoğu zaman tıkalı. Bu sistem kadınları temsilcilik düzeyine kıstırmanın mekanizması aynı zamanda. Uzman kadın için ise babalık sistemine dahil edilmenin pek çok yolu var. Ama ilk şartı babanın gözüne girmek için kızkardeşinin babanın gözündeki itibarını zedelemek. Deniz’i bir kadına yapılan mobbing’de baba otoritesine karşı kızkardeşinin yanında yer aldığı için takdir ediyor ve hayranlık duyuyorum. Olayı başlatan o. Çünkü açık söyleyeyim, kendim de dahil olmak üzere, yılların feministlerinin böyle durumlarda kadından değil, konformizmini bozmamaktan yana tutum aldıklarına sık sık tanık oldum. Feminist olmak ve hareketin içinde olmak bize ne yazık ki kişisel çıkar ve günahlarımızı temizlemenin de imkânını sunuyor.          

Kadınların sendika yönetimlerinde ağırlıklarının artması, sendikalardaki toplumsal cinsiyetçiliğin azalması için çaba gösteren, mesela organlarında kota uygulamasını benimseyen sendikalar var mı?

İşçi sendikalarında böyle bir şey yok. DİSK’ten TÜRK-İŞ’e, hiçbir sendikada kota yok. “Kadınları destekliyoruz” falan diyebilirler, ama bir sendikanın yapması gereken bunu tüzüğüne, programına, toplu sözleşmelerine yerleştirmek, resmi hale getirmektir. Böyle bir şey yapmadılar, yapmıyorlar. Hele hele kadın üyelerin fazla olduğu iş kollarında bunu kesinlikle yapmazlar. Sendikacılığı bir erkek mesleği olarak görüyor sendika yöneticileri. Mesleklerini –paralarını– kadınlarla bölüşmeyi hiç mi hiç istemezler.

Sendika kültürü de değişti. Erkek sendika uzmanlarının büyük bölümünün bu değişen kültür içinde patriyarkal sendika bürokrasilerinin üretimine “cinsiyetçilik bilgi ve birikimleriyle” epey katkıda bulunduğunu düşünüyorum. Erkekler arası bu cinsiyetçilik alışverişi sendika yönetimlerini de kadınlara karşı güçlendiriyor.

Arzu Çerkezoğlu’nun DİSK Genel Başkanı olması somut olarak kadınlar lehine bir değişime yol açar mı?

Bazı şeylerin değişebileceğine inanıyorum. Arzu’nun DİSK’in genel başkanı olmasının sendikalarda çalışan ve sendika üyesi olan kadınlar açısından büyük öneme sahip olduğunu düşünüyorum. Rol modeli olarak Arzu’nun orada bulunması kadınların da sendika başkanı olabileceğine dair bir umut yarattı kadınlarda. Bu kadar erkek egemen bir âlemde bunun kendisi bile inanılmaz öneme sahip. Sendikanın kadın politikasına dair bir şey söylediğinizde onu anlayabilecek bir kadının orada olması çok önemli. Hepsine değil elbette ama, kimi erkek yöneticilere bir sendikada yapılması gereken toplumsal cinsiyet çalışmalarını anlatmak için önce alfabeyi öğretmek gerekiyor. Bu da çok yorucu. Umarım DİSK’te çeşitli sendikalarda kadın işleriyle uğraşan kadınlar ve kadın üyeler bu avantajı iyi değerlendirirler.  

Peki, somut olarak neler yapılmalı kadınlar lehine?

Neler yapılabilir? DİSK’in tüm erkeklerinin toplumsal cinsiyet eğitiminden geçmesi gerekiyor. Eğitince öğrenirler mi, onu bilmiyorum ama, hiç olmazsa neyi yapmayacaklarını anlarlar. Sendikaların erkek nüfusunun büyük bölümü en tepeden en alta kadar toplumda feministlerin, kadınların estirdiği rüzgârın farkında değil. Sendikada gündelik yaşamlarında erkek erkeğe bir muhabbet dönüyor hâlâ, cinsel içerikli şakaların kadınların veya LGBTİ bireylerin bulundukları ortamlarda cinsel tacize girdiğinin farkında değiller. Bunu onlara anlatacak insanlar da yok çevrelerinde. Dilleri bile değişse kazanımdır. İşçi sendikaları genellikle erkek başkan sendikalarıdır. Arzu başkanlık üzerinden de daha demokratik bir yapı ve uygulama inşa edebilir. Ama, bunu ne kadar yaptırırlar? Yaptırırlar mı? Şüpheliyim. DİSK’te resmi bir kadın komisyonu yok mesela. En azından bu tür kadın yapıları tüzükle garanti altına alınabilir. Bazı şeylerin değişebileceğini düşünüyorum ama, Arzu’yu orada ne kadar barındırırlar, ondan şüpheliyim açıkçası. Orada biraz kalabilme olanağı olursa, DİSK’te kadınlar adına birtakım değişiklikler olabilir.

Toplumsal cinsiyet eğitiminden ve kadın komisyonlarının resmen oluşturulmasından söz ettin… Sendikaların kadınlaştırılması için öncelikli olarak atılması gereken somut adımlar neler olmalı?

Her sendikada kadın komisyonlarının kurulması gerekiyor bir kere. Kadın komisyonlarının ürettiği politikanın mutlaka sendikanın temel metinlerine yansıtılması, herkes tarafından kabul edilmesi gerekir. Varolan sendikal hiyerarşide bile yapılabilir şeylerden bahsediyorum. Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek yok. Batı sendikalarının hepsi kadın yapılarını kurmuşlar ve buna da Kadın Komisyonları ismini vermişler. En alta, fabrikaya kadar giren bir kadın örgütlenme biçiminden bahsediyorum. Avusturya Sendikalar Birliği’nin kadın komisyonundan bir kadına sormuştum “siz bu işleri nasıl yaptınız” diye, “çok zorlandık” demişti. Sendika başkanlarından, genel merkez yöneticilerinden şube başkanlarına, temsilcilere kadar toplumsal cinsiyet ve roller eğitimi vermişler. Sendika başkanlarının önüne bebek koyup bebeğin altını nasıl değiştireceklerinin dersini vermişler. “Kolay kabul ettiremedik, ama yaptırdık” demişti. Rol modellerini sorgulayan böyle eğitimler lâzım. Kadın üyeler ve temsilciler için de kadınları güçlendirecek, kadın ve eşitlik eğitimleri gerekiyor.

Bu eğitimlerin uygulamaya yansıması için de bir mekanizma gerekiyor…

Mekanizma kadın komisyonları. Sendikanın genel kurulu, temsilciler kurulu gibi, bir organı da kadın komisyonları olacak. Kadın komisyonuna özel bütçe ayrılacak. Bu bütçe üzerinden kadın komisyonları kendini örgütleyecek. Her düzeyde temsile yönelik programlar da geliştirilecek. Diyelim ki, sektör düzeyinde kadın-erkek temsili nasıl olacak? Bölgeler düzeyinde nasıl olacak? Kadın komisyonu kadın kurultayında kendi yönetimini seçecek ve yönetimin başına gelen kadın doğrudan sendika merkez yönetimine girecek. Bunların hiçbiri bugünkü sendika hiyerarşisi içinde yapılmayacak şeyler değil. Ama en ufak demokratik adımı dahi kaldırmayacak sendikalar var. Tez-Koop-İş’te mesela, yönetimde en az cinsiyetçi olan belki de genel başkandı. Adam şu ya da bu nedenle bir kadın dergisi çıkarılmasını istiyor. Ama genel sekreter “bu örgütte kesinlikle bir kadın dergisi çıkmamalıdır” diyor. Yönetimlerinde böyle erkeklerin bulunduğu sendikalarda bir şey yapamazsınız.

Üyelerinin yüzde 40’a yakını kadın olan ve içinde feministlerin de bulunduğu bir sendikanın merkez yönetiminde hiç kadın yok. Tabanda bir şeyler oluyor, tabanda olan şeyler birleştiğinde yönetimlerdeki erkeklerin koltukları için ciddi risk oluşturabilir. O nedenle “işi sıkı tutalım” ya da “yapsınlar, ama bizim denetimimizde, çizdiğimiz sınırlar dahilinde olsun her şey” diye düşünüyorlar.

Varolan sendikal hiyerarşi bir yana, feminist yaklaşım emek örgütlenmesine nasıl bakıyor?

Feministlerin en zayıf olduğu alan kamusal emek alanı. Sendikalarda ne olup bitmiş, kadınlar orada ne tür sıkıntılar yaşıyormuş, bu sıkıntılar feminist politikanın alanına girer mi girmez mi diye düşündüklerini sanmıyorum. Hangi birini düşünecek feministler, o da ayrı konu. Zaten bu konuda çalışan birileri varsa, onların üstüne kalıyor işler. Bu olabilir, ona bir şey demiyorum, ama bir sendikada, o sendikanın kadın dergisinde tek bir kadının işten atılması feminist politika açısından Flormar’daki kadın işçilerin işten atılması kadar önemlidir. Daha doğrusu, feminist politikada önem hiyerarşisi yoktur. Feminist siyaset çoğu zaman, tek bir kadının bir yerde başına gelen şeyin açığa çıkarılmasıyla, teşhiriyle başlar. Kadın öznenin direnişi feminist politikanın kendisidir. Niceliğe bağlı bir önemlilik hiyerarşisi son zamanlarda, sol siyasi partilerle yaygınlaşan liberal, sansasyonel, parlamento odaklı siyaset yapma biçimleriyle ilintili daha çok. Ülke cehennem gibi, herkes elinden geleni yapmaya çalışıyor, ama biz feministler olarak son zamanlarda büyük siyasi anlatıların, büyük siyasetlerin peşinde daha fazla koşar olduk. O büyük siyasetin parçası olmayan şeylere, kadınları doğrudan ilgilendirse bile, kulak tıkamayı tercih ediyoruz. Feminizm “o anda, orada” bir tepki gösterme biçimidir oysa. Daha doğrusu, erkek egemenliği neredeyse, cinsiyetçilik neredeyse feminizm oradadır. “Özel olan politiktir” şiarı size orada, o anda, tek başınıza bir şeye itiraz etme ve siyasileştirme olanağı sunar. Biz artık feministler olarak politik gündem oluşturmuyoruz, oluşan gündemlere eklemleniyoruz, bu emek alanında da böyle, siyaset alanında da böyle. Başkalarının belirlediği bu alanlarda politikalarımız ikincilleştirilip sönümleniyor esasında. Çabalarımızı kadınlara dair daha minik işlere yönlendirmemiz gerekiyor galiba. Zamanında, 17-18 yaşındaki kadınların bedenlerinin sergilendiği güzellik yarışmasını basmak böyle bir eylemdi mesela.  

^