MORİA KAMPINDA KORONA GÜNLERİNDE KADIN DAYANIŞMASI

Söyleşi: Nagehan Uskan
28 Mayıs 2020
SATIRBAŞLARI

Yeryüzünün lanetlileri göçmenler ve mültecilerin çilesi korona günlerinde bin kat daha arttı. 20 bin kişinin sefalet içinde balık istifi yaşadığı Midilli adasındaki Moria kampı şartların en zorlu olduğu yerlerin başında geliyor. Öte yandan, bu insanlık dışı şartlarda dahi göçmen kadınlar örgütlenmeye devam ediyor. Moria’ya uzanıyor, 21 yaşındaki Afgan göçmen Zahra’ya kulak veriyoruz.

 

Kampa nereden, ne zaman geldin?

Zahra: Afganistanlıyım, ama ülkemi hiç görmedim. İran’da doğdum, ama hiçbir zaman kendimi İranlı hissedemedim. İran’da hukuk okuyordum. İkinci sınıfa geçtiğimde üniversiteye devam edebilmek için Afganistan’dan birtakım belgeler almam gerektiğini söylediler. Görmeyi ve tanımayı çok istesem de güvenlik sorunları nedeniyle ülkeme gidemedim. En büyük hayalim bir gün ülkemi görebilmek. Altı ay önce ailemle birlikte denizi aşıp Midilli Adası’na geldik. O zamandan beri Moria kampında yaşıyorum, mülakat gününü bekliyorum. Ne yazık ki Covid-19 salgınıyla birlikte her şey meçhul bir geleceğe ertelendi. Kampta farklı söylentiler dolaşıyor. Belki Yunanistan’da, anakarada başka bir kampa aktarılacağız ve mülakatımız orada olacak, belki de burada beklemeye devam edeceğiz.

Adaya gelirken beklentilerin nelerdi?

Büyük umutlarımız vardı. Tam dört kere Ege’yi geçmeyi denedik, dördüncüde başardık. Türkiye’nin Ege kıyılarında, ormanlık alanda günlerce korkunç koşullarda kaldık. Jandarma babamı çok kötü dövdü. Bir kere de tutuklandık. Ama umudumuzu kaybetmedik, çünkü gideceğimiz yerde hayatımızın değişeceğine inanıyorduk. İyi bir gelecek, güvenli bir yer ümit ediyorduk. Bu sularda bizim gibi büyük umutlar taşıyan yüzlerce kişinin boğulduğunu bilsek de her şeyi göze aldık.

Birkaç kez saldırıya uğradım. Ama “korkudan çadıra saklanmayacağım” dedim. Kendimi savunmak en doğal hakkım, bu işi ailemdeki erkeklere bırakamam. Fiziksel açıdan güçlü değilim. O yüzden bir çakı satın aldım, sürekli yanımda taşıyorum.

Moria’yla karşılaşman nasıl oldu? Kampta ilk günün nasıl geçti?

Kampta ilk gün herkes bize “Cehenneme hoş geldiniz” diyordu. İlk başta hiç anlam veremedim. “Niye herkes aynı şeyi söylüyor?” diye soruyordum kendi kendime. Sonra söylenenler anlam kazandı. Kafamız çok karıştı. Durumumuzla ilgili herkes farklı bilgi veriyordu, karmakarışıktı her şey. Numara alacaksın, battaniye için şu sıra, kıyafet için şu sıra, çadır için şu sıra… Her biri için saatlerce bekliyorsun. İngilizcem iyi olduğu için ailemin ihtiyaçlarını ben karşıladım. Çadır almayı başarınca bizden kendimize konaklayacak bir alan bulmamızı istediler. Kamp öyle kalabalıktı ki, yer bulmak imkânsızdı. Kampın dışındaki zeytinlik alana girdik, boş gördüğümüz bir alanda çadırımızı kurduk. İki kişilik yazlık bir çadır. Oysa biz beş kişiydik. İlk gece kâbus gibiydi; annemle kardeşime sıkıca sarıldım, hiçbirimiz uyuyamadık. Astım rahatsızlığım olduğu için nefes alamıyordum. Hava inanılmaz soğuktu. Ertesi gün babam etrafta bulduğu malzemelerle daha geniş ve sağlam bir çadır yapmaya başladı. Elektrik yoktu. Komşular kablo çekebileceğimizi söyledi. 400 avro harcayıp çadıra elektrik çektik. Ardından her gün dört-beş saati yemek, tuvalet ve duş sırasında geçen, tehlikelerle dolu bir hayat başladı. Sanki Avrupa ülkeleri birlik olmuş, Yunanistan’ı ve Midilli’yi hapishaneye çevirmeye çalışıyor. Ne var ki, artık başka şansımız kalmamıştı. Geriye dönme, orada yeni bir hayat başlatma şansım yoktu. Burası ise tam bir hapishane. Dilediği yere gitme özgürlüğü en temel insanlık hakkı. Herkes bu haktan yararlanabilmeli

Moria kampında kadın olmak ne anlama geliyor?

Tehlikeyle ve güçlüklerle tek başına mücadele etmek zorundasın. Kampta gece çadırından dışarı çıkman mümkün değil. Ama gündüzleri de rahat ve güvende değilsin ki. Hiçbir kural yok. Bir erkek seni taciz ediyorsa, polisin yardım etmeyeceğini biliyorsun. Kavga çıktığında polis senin de karşındakini dövmeni öneriyor. Yani kendi kendini korumanı bekliyorlar. Çıkan olayları seyrediyorlar. Bekâr erkeklerin kamptaki durumu çok kötü. Bizlerle aynı riskleri göze alıp, kaçakçılara bir ton para verip binbir umutla buraya gelmişler. Ama büyük kısmı ülkesine geri gönderilecek. Umutsuzluk alkol tüketimini arttırıyor ve onları saldırganlaştırıyor. Bu durumda benim güvenliğim de tehdit altına giriyor, kendimi savunmak zorunda kalıyorum. Oysa bu onların suçu değil, onları bu duruma sürükleyen hükümetlerin suçu. Ama işte “Moria’da en büyük sorun ne?” diye sorarsan “erkekler, erkekler, erkekler!” derim. İnsan akşam tuvalete bile gitmeye korkuyor. Korku sürekli seninle. Birkaç kez saldırıya uğradım ve bu beni çok kötü etkiledi. Ama “korkudan çadıra saklanmayacağım” dedim. Kendimi savunmak en doğal hakkım, bu işi ailemdeki erkeklere bırakamam. Fiziksel açıdan güçlü değilim, yumruk sallayacak halim yok. O yüzden bir çakı satın aldım, sürekli yanımda taşıyorum. Biraz olsun kendimi güvende hissetmemi sağlıyor.


Kampta kadınlar arasında bir dayanışma var mı?

Adaya vardıktan kısa bir süre sonra göçmen kadınlarla dayanışan bir kolektifin toplantılarına katılmaya ve ardından onlarla çalışmaya başladım. Toplantılar yaşadığımız sorunlar üzerine beraber düşünmek, tartışmak ve çözümler aramak açısından çok önemliydi. Çalışmalarımızı daha çok kamp dışında yürütüyorduk. Ama, merkezimiz birkaç ay önce ırkçılar tarafından kundaklandı. Yine de örgütlemeye devam ediyoruz. Bu aralar Moria kampına odaklandık. Covid-19 pandemisi geldi üzerine. Kampta düzenli olarak hijyenik malzeme ve gıda dağıtımı yaptık. Kamp yönetimi maske bile dağıtmadı. Kampın eksiklerini gidermek için kadın göçmen arkadaşlarla birlikte, başta İspanya, dünyanın farklı ülkelerinden kadın dernekleriyle iletişime geçip destek topladık. Pandemi sırasında adaya gelen ve kuzeyde bir aya yakın plajlarda kendi hallerine bırakıldıktan sonra karantinaya alınan göçmenler de yakın zamanda Moria’ya alındı. Onların da ihtiyaçlarını karşıladık.

Kamp yönetimi maske bile dağıtmadı. Kampın eksiklerini gidermek için kadın göçmen arkadaşlarla birlikte, başta İspanya, dünyanın farklı ülkelerinden kadın dernekleriyle iletişime geçip destek topladık.

Covid-19 kamptaki günlük yaşamı nasıl etkiliyor?

Çok sert uygulamalarla kamptan çıkışı engellemeye çalıştılar. Bir bakıma kamp karantinaya alındı. Ama içerideki 20 bin kişinin koşulları kimsenin umurunda değil. Hijyenik koşullar zaten her zaman berbattı. Pandemi başladığında lavabo, tuvalet sayısını arttırmalarını bekledik. Bir lavabo sırasında 200 kişi bekliyor, aynı lavaboyu binlerce kişi kullanıyor. Tabii eğer su akıyorsa… Bir şekilde sabun bulsak, suya ulaşamıyoruz. Bu virüs nedeniyle kendimizi karantinaya almamız gerektiğini, yapılacakları biliyoruz. Mitilini kentine inmemizin yasak olduğu, kampta kalmamız gerektiği söylendi. Ama pandemi şartlarında kampı daha da yaşanmaz hale getirdiler. Yemekleri insanların üzerine fırlatıyorlar, insanlar çılgınlar gibi kapışıyor. Bankomatlar merkezde. Bu yüzden BM’nin banka kartlarımıza yatırdığı aylık 90 avroluk harçlığa ulaşamadık. Kampın içindeki küçük marketlerde bu kart geçmiyor. Para çekmeden nasıl alışveriş yapacağız? BM kartını Moria köyü yakınlarında küçük bir market kabul ediyor. Marketin önünde kimi zaman 5-6 saat kuyrukta bekliyoruz. Al sana yine bir sıra! Sorunlarımızı çözmek yerine yenilerini yaratıyorlar.

Geçtiğimiz günlerde kamp içine bir bankomat kurdular. 20 bin kişi için tek bir bankomat ve yine metrelerce sıra… Covid-19’a karşı aldıkları tek tedbir hiçbir ihtiyacımızı karşılamadan bizi hapsetmek oldu. Zaten hapishanedeydik, ama bu sefer katmerli bir cefaya mahkûm olduk.

Sağlık hizmetlerine erişmek çok zor. Genellikle sıkıntılarımızı ciddiye almıyorlar. Moria içindeki dispansere giremiyor, sorunu pencereden anlatıyoruz. Her türlü hastalığa parasetamol veriyorlar. Virüsün kampa girmesini düşünmek bile istemiyorum. Büyük ihtimalle kampın yarısına yayılır. Herkes ölse kimsenin umurunda olmaz. Ne düşünüyorum biliyor musun? Kampta koronavirüs tespit edilse, bizi diri diri yakarlardı, bizi toptan imha etmek için fırsat doğmuş olurdu. İnan, bu çok sık aklıma geliyor ve çok korkutuyor. Neyse ki şimdilik hasar görmeden atlatıyoruz gibi.


Karantinadan önce adada göçmenlere ve STK çalışanlarına karşı ırkçı saldırılar olmuştu. Türkiye sınır kapılarını açtığında saldırılar iyice arttı. Karantina sırasında bu tür olaylar yaşandı mı?

Şahsen başıma gelmedi, ama arkadaşlarım ve yakınlarım saldırılara maruz kaldı. Kampın etrafında yürürken büyük risk altındasın. Yerli halkın bir kısmı bizi görünce küfrü basıyor, fotoğrafımızı çekip polise gönderiyor, sonra polis gelip gözümüzü korkutuyor. Abim sırf yürüyüşe çıktığı için polisten dayak yedi. Yürüyüşe çıkan iki göçmen av tüfeğiyle vuruldu. Allahtan ölmediler.

Bu şartlara karşı sesinizi duyurmak için ciddi eylemler gerçekleştirdiniz. Onlardan biraz bahseder misin?

Hepsine katıldım ve kameraya çektim. Eylemlerin başını Afrikalı topluluklar çekiyordu, ardından farklı gruplar da dahil oldu. Covid-19 sürecinde kampın boşaltılmasını ve güvenli yerlere transfer edilmeyi talep ettik. Afrikalılar eylemler konusunda çok yaratıcı. Moria kampıyla ilgili bir şarkı yazmışlardı. Hep birlikte, elleri ve gövdeleriyle ritim tutup dans ederek yürüyüş yaptılar, o şarkıyı söylediler. Eylemlerini bir gösteriye dönüştürdüler. Bir seferinde şaşırtıcı bir performans hazırladılar. Bir kişi yere yatmış, bedeni korona tarafından ele geçirilmiş birini canlandırıyordu. Bir yandan filme çektiğim için heyecanlıydım, bir yandan da gözlerim doluyordu. Ya bu kişi benim kardeşim olsaydı? Biz kadınlar da bir kısa film çekip yaşadıklarımızı anlatmak istedik. Filmin son aşamasındayız.

Ne düşünüyorum biliyor musun? Kampta koronavirüs tespit edilse, bizi diri diri yakarlardı, bizi toptan imha etmek için fırsat doğmuş olurdu. İnan, bu çok sık aklıma geliyor ve çok korkutuyor.

Nasıl bir film?

Batılılar sık sık kampa uğrayıp yaşadıklarımızı filme çekmeye, haberleştirmeye çalışıyor. Çoğu erkek ve hepsi robot gibi aynı şeyi tekrarlayıp duruyor. Kampta yaşamanın ne demek olduğuna dair hiçbir fikirleri yok. “İşte bunlar çöp, bunlar tuvalet, bunlar da yemek sırası” diye gösteriyorlar. Ardından Avrupa’daki rahat evlerine, konforlu hayatlarına geri dönüyorlar. Oysa birilerinin bizim için ağlamasına ihtiyacımız yok. Eğer durum sizi endişelendiriyorsa somut adımlar atın. Moria’nın fotoğrafları her yerde yayınlanıyor, herkes durumun ne kadar feci olduğunu uzun süredir biliyor. Öyleyse bizim koşullarımız niye değiştirilmiyor? Filmde “Konuşma sırası bizde” diyoruz. Moria’da yaşayan mülteci kadınlar olarak duygularımızı, yaşadıklarımızı ifade etmek istiyoruz. Varolan durumu fotoğraflarıyla, haberleriyle tekrar etmekten ileri gidemeyen gazetecilere değil, dayanışmaya ve değişime ihtiyacımız var. Bu film kadınlarla ilgili. Erkekler kendilerini güçlü, iktidar sahibi ve her şeyi tek başlarına başarıyor gibi gösteriyor. “Biz erkeğiz” böbürlenmesinden gına geldi. Oysa biz kadınlar en zor günlerde dayanışmayı elden bırakmadık, farklı yöntemlerle eylemlerimizi sürdürdük. Film çektik, kadın örgütleriyle işbirliğine gidip kampta yardım dağıttık, zor durumda kalanları yalnız bırakmadık. Peki ya siz neredeydiniz?

^