ENDÜSTRİYEL MİRASI MÜŞTEREK KÜLTÜREL ALANA DÖNÜŞTÜRME MÜCADELESİ

Söyleşi: Ulus Atayurt
12 Mayıs 2021
SATIRBAŞLARI

Hasanpaşa Gazhanesi’nin İklim Müzesi ve Kültür Merkezi olarak açılmasının eli kulağında. Bunu büyük ölçüde Gazhane Çevre Gönüllüleri’ne (GÇG) borçluyuz. 25 yıllık mücadeleleri sırasında önayak oldukları dönüşümü Negri-Hardt bilseydi Meclis kitabında örnek diye verirdi. GÇG Gazhane’yi yıkımdan kurtarmakla kalmadı, bir kültür merkezi nasıl müşterek kullanılır, mücadelede mahalle, sanat ve bilim nasıl kol kola ilerler, yerel ile enternasyonal nasıl bir araya gelir, somut örneklerle hayata geçirdi. Şimdi talepleri net: Gazhane, asli öznelerini kapsayan bir meclis tarafından yönetilsin. Mekânın sahibi İBB bunun için kolaylaştırıcı rol oynasın. Gazhane’nin ve örgütlenmenin uzun soluklu hikâyesini GÇG’nin üç üyesinden dinliyoruz.
Eskiden havagazının depolandığı üç gazometreden biri Hafıza Müzesi’ne ev sahipliği yapacak. (Fotoğraf: studiocamerawork)

Gazhane kurulmadan önce Hasanpaşa nasıl bir yermiş?

Işık Demirtaş: 1892’de fabrika kurulduğunda bölge tamamıyla sayfiye yeriymiş. Altıyol’dan Hasanpaşa’ya giden güzergâhta, Kurbağalıdere kıyısında piknikler, eğlenceler düzenlenirmiş. Çok az yapı varmış. Bugün hâlâ şairlerin, dönemin bilinen simalarının adlarını taşıyan sokaklardan da nüfus yapısını anlıyoruz. Gazhaneyle beraber bölge yavaş yavaş kalabalıklaşmış, işçi konutlarının çoğunlukta olduğu, düşük gelirli çalışanların taşındığı bir mahalleye dönüşmüş.

Nesrin Uçar: Hasanpaşa Gazhanesi 19. yüzyılın önemli endüstriyel binalarından. 1810’da kurulan Beykoz Kundura Fabrikası’ndan sonra Anadolu yakasında hâlâ ayakta duran en eski endüstriyel yapılardan biri. Yeri bilinçli olarak Kurbağalıdere’ye yakın seçilmiş. Dere üzerinden getirilen kömür raylı sistemle Gazhane’ye alınır, işlenen kömür havagazına dönüştürülürmüş. Fabrika binaları peyderpey yapılmış. Kurulduğu dönemde Hasanpaşa, Koşuyolu, Acıbadem, Yeldeğirmeni havzasında Osmanlı ileri gelenlerine ait ahşap konaklar varmış. Yukarıda Çamlıca’da hiç yapılaşma yokmuş. Fabrika Osmanlının yabancı sermayeye tanıdığı imtiyazlardan dolayı bir Fransız şirketine aitmiş. 1931’de İstanbul Elektrik Şirketi’ne satılmış. Tam 101 yıl havagazı üretmiş. Havagazı önceleri sadece Beylerbeyi Sarayı ve sokak lambalarını aydınlatmak için kullanılmış. Daha sonra mutfaklara, ocaklara girmiş. İstanbul’da o dönemde sadece dört yerde gazhane varmış: Hasanpaşa, Dolmabahçe, Yedikule ve Kuzguncuk’ta. Aslında, Hasanpaşa ismi bölgeye sonradan verilmiş. Önceleri buraya Kurbağalıdere Gazhanesi deniyormuş. 1993’te doğalgazın gelmesiyle Gazhane kapatıldı.

Nesrin Uçar, Işık Demirtaş, Eda Yiğit

Mahallede yaşamış işçilerin tarihi üzerine ne biliyoruz?

Demirtaş: Mahallede ilk başta kaç işçi yaşadığını, zamanla demografinin nasıl değiştiğini tam bilmiyoruz.

Eda Yiğit: Gazhane kapandığında, 1993’te 50’li yaşlarında, emeklilik çağındaki bir işçi şimdi 90’ına merdiven dayamış olmalı. O yüzden izlerini bulmak ve erişmek zor. Bir süre önce Gazhane’nin eski çalışanlarına ulaşmak için bir çağrı yaptık. Şimdilerde Gazhane’nin arşivine dönüp mekândaki emek ve çalışma hayatını, ilişkileri toplumsal belleğe dahil etmek için çaba sarf ediyoruz.

Demirtaş: 2009’da Gazhane’de düzenlediğimiz festivalde işçilerle yapılan sohbetler, bir de atölye çalışması vardı. Fabrikadan adeta evleri gibi söz ediyorlardı. Bahçede yetişen sebzelerle yemek yaptıklarını, paydos saatlerinde futbol oynadıklarını heyecanla anlatmışlardı.

Mimar Gülsün Tanyeli Gazhane’deki 20 binanın her birinin neredeyse benzersiz bir makine olduğunu söylüyor.

Uçar: (Fabrikanın krokisini açıyor) En arkada, silindir şeklindeki gazı depolayan üç dev gazometreye bakın. Biz Gazhane’yle tanıştığımızda sadece biri ayaktaydı, birinin de yarısı duruyordu. Gazometrelerin etrafında “cidar” dediğimiz, gaz miktarına göre yükselip alçalan bir perde var. Bütün mekanizma metal aksamlı. Hurdacılar ayakta kalan gazometrenin cidarının yarısını toplamıştı.    

Demirtaş: Bir söyleşi için ayakta olanın üzerine çıkmıştım. Epey sallanıyordu. Ama iskeleti tamdı. Korkulu bir macera olmuştu. (gülüyor)

Gazhane’de düzenlediğimiz festivalde işçilerle yapılan sohbetler, bir de atölye çalışması vardı. Fabrikadan adeta evleri gibi söz ediyorlardı. Bahçede yetişen sebzelerle yemek yaptıklarını, paydos saatlerinde futbol oynadıklarını heyecanla anlatmışlardı.

Gazhane Çevre Gönüllüleri (GÇG) nasıl bir araya geldi?

Uçar: 1989’da Hasanpaşa’nın yukarısına, Acıbadem’e taşındım. Fabrikanın nasıl işlediğini o zamanlar bilmiyordum. Gazhane Çevre, Kültür ve İşletme Kooperatifi’ni kuracak olanlar Gazhane’yle 1996’nın ikinci yarısında tanıştı. Biri Kadıköy Belediyesi’nden üç arkadaş sohbet sırasında Gazhane’nin yıkılma tehdidinden söz etti. Zamanın politik atmosferini hatırlamak lâzım. Siyasi partilerde, toplumsal hareketlerde çeşitlenme, solda bir nebze toparlanma yaşanıyor, özgürlükçü bir hava esiyor, ilişkileri kopmuş insanlar tekrar bir araya geliyordu. İşte tam bu sırada, hayata benzer pencerelerden bakan insanlar Gazhane’nin yıkımına karşı bir araya geldi ve sonrasında Gazhane Çevre Gönüllüleri’ni (GÇG) kurdu.

Demirtaş: Dönemin Kadıköy Belediyesi Başkan Yardımcısı Levent Ersun yönetmelik gereği Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu’nda (KvTVKK) da yer alıyordu. Kurulda Gazhane’nin korunmasına dair bir karar alınmasını sağladı. 1994’te fabrikayı yıkmaya kalktıklarında bu karar sayesinde yıkım durdurulmuştu. Ama 1996’da, fabrikayı yıkıp “hurdaları” satmak için tekrar çıkageldiler. İşe giderken Gazhane’nin önünden yürüyerek geçerim. Yıkıma kalkıştıklarını tesadüfen Acıbadem’den aşağı inerken, tepeden gördüm. Mahalleli de toplanmaya başlamıştı. 1996’daki yıkım girişimini engellememiz örgütlenmemizin de miladıdır.

Hasanpaşa Gazhane girişi (1994)

O dönemde Gazhane için ne planlanıyordu?

Uçar: Henüz AVM’ler hayalleri süslemiyordu. Hayaller süpermarket ve katlı otoparkla sınırlıydı. (gülüyor) Açıkça dillendirilen yıkım ve rant planları üzerine 1996’da bir bildiri kaleme alıp mahallede kapı kapı dolaştık. İnsanlara Hasanpaşa hakkında ne düşündüklerini sorduk. Yüzlerce kapı ağzı sohbeti gerçekleştirdik. Mümkün olduğunca bir kadın-bir erkek gidiyorduk. Ardından tüm mahalleliyi geniş bir toplantıya davet ettik. Toplantının yeri de neleri kaybettiğimizi hatırlamak açısından ilginçti. O zamanlar ismi Kaptan Hasanpaşa olan, Gazhane’nin karşı sırasındaki ilkokulda toplandık. O dönemde okullar mahalleliye açıktı, mahalleliler okullara buyur edilirdi. İlk toplantıda yıkımı nasıl durdurabileceğimizi konuştuk. İkinci toplantıda GÇG ismini aldık. Ardından, ilkin kapsamlı bir anketle mahallelinin ne istediğini anlamaya çalıştık. Yıkıma karşı sekiz bini aşkın imza topladık.

1996’da örgütlenmeye başlayan çekirdek grup kaç kişiydi?

Uçar: Tam sayı vermek zor. İlk toplantıya 100’den fazla mahalleli geldi. Komşularımızla hep iletişim halinde yola devam ettik. Ama haftalık toplantılara hepsi düzenli gelmedi. Çekirdek grup 20-25 kişiydi. Öte yandan, GÇG 1998’de kooperatife dönüştükten sonra üye sayısı 100’ü aştı.

1996’da Gazhane’yi yıkmaya niyetlenen İETT ile de görüştünüz mü?

Demirtaş: Evet. Genel müdür Gazhane’nin bir sokak ötesindeki İETT lojmanlarında oturuyordu. Bir pazar kapısını çaldık. Alanda bir etkinlik yapmak istediğimizi, dünyada Gazhane gibi yapılara çok değer verildiğini, benzer mekânların etkinliklere sahne olduğunu söyledik. Şöyle cevap verdi: “Siz benim mülkümde kimin düğününü yapıyorsunuz, izin vermiyorum.” Bizi balkona çağırdı. Gazhane’yi gösterip “bakın, burası pislik yığını, bu hurdaları satıp gelen parayla içeriyi güzelce yapacağız” dedi. Ne diyebilirsiniz? Söyleyeceklerinizi anlayabilmesi için belli bir altyapı lâzım. Ama bakış açısı ortada, belki de o yüzden genel müdür yapılmış. Biz de birçok ilgili kavramla bu süreçte tanıştık. İktisatçıyım. “Endüstri siti”, “kültür mirası” nedir, böyle bir fabrikanın tam olarak niye korunması, gelecek kuşaklara aktarılması gerekir, hep beraber öğrendik. Konuyu bilen gönüllü akademisyenlerden, uzmanlardan ve doğru kaynaklardan beslendik. “Katılımcı demokrasi” gibi kavramlarla mücadele sürecinde tanıştık. İlk amacımız Gazhane’yi kurtarmaktı. Muradımızı mahallede yaşayan insanlara anlatmak epey zordu. Çünkü insanlar yıllarca fabrikanın isini, kirini çekmişti. Şimdi karşılarında bir ‘hurda yığını’, ‘harabe’ duruyordu. Dolayısıyla, bu enkaz bir an önce ortadan kalksın, İETT genel müdürünün istediği gibi yerine otopark, süpermarket yapılsın diye düşünen bir grup da vardı.

Yıkım ve rant planları üzerine bir bildiri kaleme alıp mahallede kapı kapı dolaştık. İnsanlara Hasanpaşa hakkında ne düşündüklerini sorduk. Yüzlerce kapı ağzı sohbeti gerçekleştirdik. Ardından tüm mahalleliyi geniş bir toplantıya davet ettik. İkinci toplantıda GÇG ismini aldık. Yıkıma karşı sekiz bini aşkın imza topladık.

Örgütlenmeye mahallenin katılımı nasıldı?

Demirtaş: Hiç kimseyi ayırmadan, herkesle iletişim kurduk. Bir örnek vereyim. Köşedeki Yalçın bakkalımızı, başka bir bakkal arkadaşımız toplantıya çağırdı. Yalçın bakkal AKP’li. Kooperatife her partiden insan ortak oldu. Gazhane’yi mahallelinin kamusal alanı haline getirme planlarımızı dinlediğinde Yalçın “oğluma bilgisayar aldım, ne işi var şimdi Gazhane’de” diye cevap verdi. Ama aynı Yalçın beş yıl sonra bir toplantımıza geldi ve şöyle dedi: “Partide hep sizi örnek gösteriyor, ‘yağmur, çamur demeden her perşembe inatla toplanıyorlar’, diyorum” dedi. Ardından ekledi: “Daha önceki sözlerim için özür diliyor ve kooperatife üye olmak istiyorum,” dedi. Öte yandan, burası önceden Ermeni ve Rumların da yaşadığı bir bölge. Zamanla Arnavutluk’tan, Kuzey Makedonya-Gostivar’dan, Anadolu’dan insanlar gelmiş. Kuşaktan kuşağa hoşgörü kültürü bir nebze aktarılmış. Bir taraftan, tam da Makyavel’in öğütlediği gibi, “kurmak istiyorsan önce her şeyi yık” diyen bir mantık hâkim. İktidar bellekle ilgili her şeyi ortadan kaldırmaya çabalıyor, biz de buranın hafızasına sahip çıkmaya çalışıyoruz. Nedir o hafızanın veçheleri? Endüstriyel kültür mirası, bir emekçi mekânı olarak Gazhane, katılımcı, sivil mücadele tarihimiz. Bizden önce endüstri mirasına dair, kamusal alanda katılımcı modelle bir koruma talebi yükselmediği için sürecin ne hukuk mevzuatında, ne de uygulamada bir örneği vardı.

Yiğit: GÇG’nin akademisyenlerle beraber hazırladığı ve 2003’te basılan Hasanpaşa Gazhanesi Stratejik Yönetim Modeli kitabında mimar Oktay Ekinci insanların böylesi bir endüstriyel alanın nasıl dönüştürülebileceğine dair tahayyüllerinin olmadığı bir dönemde, GÇG’nin katılımcı demokrasiyi hayata geçirmesinin ne kadar değerli olduğunu vurguluyor.

Gazhane önünde ilk basın açıklaması (Açıklamayı okuyan Fatma Girit, 1997)

Mücadelenin başında mahallede yaptığınız ankette nasıl sonuçlar elde ettiniz?

Uçar: Önce anket nasıl yapılır, onun eğitimini aldık. Hocalarımız püf noktaları gösterdi. Bilimsel ilkelere uyduk. “Burada ne yapılmasını istersiniz?” sorusuna muhtelif cevaplar geldi. Ebeveynler “kütüphane istiyoruz, çünkü çocuklarımızın ders çalışacak mekânı yok” dedi. O dönemde bırakın internet, cep telefonunu, çoğumuzun evinde sabit telefon dahi yoktu. Dolayısıyla kütüphane sahici bir ihtiyaçtı. Biz yönlendirmeden “endüstri müzesi”ni telaffuz edenler oldu. “Çocuk parkı ve yeşil alanımız yok” dendi. İnsanlar “buranın yıllarca eziyetini çektik, şimdi sefasını da sürmek istiyoruz” diyordu. Sonuçlar çok öğreticiydi. Ankete katılanlardan hiçbiri fabrikanın yıkılıp süpermarket ya da otopark inşa edilmesini dillendirmedi. Ama daha sonra ankete katılan insanlarla tekrar iletişim kurduğumuzda, aralarından “burası mezbelelik, yıkılsın, evlerimiz kıymetlenir” diyenler çıktı.

“Endüstri mirası”, “katılımcı demokrasi” gibi temel kavramları öğrenme süreciniz nasıl oldu?

Uçar: Her kesime gidiyorduk. Mimarlar Odası ve belediyelerle doğrudan ilişki kuruyorduk. Kadıköy ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi farklı siyasi partilerdendi. “Herkesle eşit mesafedeyiz, Gazhane için herkesle görüşeceğiz” dedik. Tarihçi, kent plancısı ve mimar Stefanos Yerasimos, Fransız Kültür Merkezi, mimar Oktay Ekinci, mimar Nur Akın, Mimarlar Odası, mimar ve mimarlık tarihçisi Afife Batur ve daha pek çok kurum ve konuda bilgi sahibi insanla iletişime geçtik. Bu süreçte çok öğrendik. Kaybettiğimiz Profesör Dr. Afife Batur mahalleden komşumuzdu. Mücadeleye ilk angaje olan akademisyenlerdendi. Sadece angaje olmakla kalmadı, öğrencilerine alanda rölöve ve restitüsyon çalışması yaptırdı. Dahası o çalışma 2001’de Koruma Kurulu kararıyla onaylandı. Ondan sonraki planlarda hep bu çalışmanın üzerine koyduk. Yıllar boyunca, yasak olmasına rağmen, alanda kömür dağıtıldı, otopark açıldı. Fabrikaya girişteki geniş açıklıkta, yerde, el ustalığı işi granit taşlar döşeliydi. Üzerlerinde kömür çuvalları istifleniyordu. Fabrika alanı film stüdyosu olarak kullanıldı. Hepsini engelledik. “Nasıl ki mahallelinin alana girmesine izin verilmiyorsa, bir başkası da Gazhane’yi kullanmasın” dedik.

“Fabrikanın sefasını sürmek” isteyenler arasında gazhanede çalışmış işçiler var mıydı?

Demirtaş: Ulusuluk Sokak’tan birçok arkadaşımız çalışmalara katıldı, kooperatife üye oldu. Orada, onların komşuları olan Gazhane işçileriyle tanıştım. Sayıları azdı. Hasanpaşa’da civar mahallelere göre ev kiraları görece daha uygun. Bu yüzden nüfus inanılmaz hızlı değişiyor. 1996’da mücadeleye başlamamızdan koruma projesinin onaylandığı 2001’e kadar geçen beş yılda dahi nüfus çok değişti. Bu da örgütlenme açısından zorluklar yaratıyordu.

“Endüstri siti”, “kültür mirası” nedir, böyle bir fabrikanın niye korunması, gelecek kuşaklara aktarılması gerekir, hep beraber öğrendik. Konuyu bilen gönüllü akademisyenlerden, uzmanlardan ve doğru kaynaklardan beslendik. “Katılımcı demokrasi” gibi kavramlarla mücadele sürecinde tanıştık. İlk amacımız Gazhane’yi kurtarmaktı.

1998’de neden kooperatife dönüştünüz?

Demirtaş: Önceleri Yavuz Top Müzik Merkezi’nde toplanıyorduk. Haftalık düzene geçtiğimizde bir yere ihtiyaç duyduk. Kadıköy Belediyesi’nden sabit pazarda bir yer alabilmek için kurumsal bir kimliğe ihtiyacımız vardı. Araştırmaya başladık. Çevre ve kültür alanlarında çalışıyoruz, kâr amacı gütmüyoruz. “Ne satıyorsunuz?” diye soranlara “kentlilik bilinci satıyoruz” diye cevap veriyorduk. (gülüyor) GÇG’den arkadaşımız karikatürist Mustafa Bilgin bunu çizdi hatta. O dönemde Moda’daki S.O.S Gönüllüleri Derneği de kooperatife dönüşüyordu.

Uçar: S.O.S çevre bilinciyle ilgili örgütleniyordu. Onlardan Türksen Başer Kafaoğlu ve daha sonra milletvekili olan Yücel Erdener’le iletişime geçtik. S.O.S Türkiye’de kurulan ikinci kültür kooperatifiydi. İlki Gayrettepe’deydi. Biz de üçüncüsü olduk.

Demirtaş: Mecburen özgün bir tüzük yazdık. Kooperatif kurmak masraflıydı. Noter “tüzüğünüzü küçük puntolarla yazın, daha az masraflı olur” dedi. (gülüyor) Hatırlarsınız, 1996’da İstanbul’da Birleşmiş Milletler Habitat II toplantısı yapılmıştı. Toplantı vesilesiyle pıtrak gibi STK’lar ortaya çıkmıştı. Çeşitli örgütlerin bir çatı altında müşterekleşeceği bir kültür gelişmeye başlamıştı. O zamana kadar insanlar derneklerde genelde kâğıt oynamak için bir araya gelir, yoksullara yardım örgütlenirdi. Habitat toplantılarıyla beraber kentlilik bilinci yayıldı. Kentli olmak, kültürü, doğayı, kültür varlıklarını korumak tartışılmaya başladı. Müteakip on yıl içinde bu kavramlar hızla yaygınlaştı. Öte yandan, 1980’lerde neoliberal politikaların yükselişiyle başlayan rant dalgası da o dönemde hız kazandı. Habitat ile “projecilik” kültürü yayıldı. Biz hiç o kulvara girmedik. Projeciliğin geldiği rahatsız edici noktayı gördük. Öz-kaynaklarımızla örgütlendik. Genel kurul masraflarını, çayımızı, kahvemizi aramızda denkleştiriyorduk. 2001’e kadar bu topraklarda planlamada daha önce denenmemiş bir yöntemi, katılımcı modeli uygulamaya çalıştık. Çok heyecanlıydık. Düzgün ve yenilikçi bir şey yapmak istiyorduk. 2001’de projeyi onaylattığımızda İstanbul Belediye Başkanı Ali Müfit Gürtuna’ydı. Kooperatife geldi, Gazhane’yi ziyaret etti. Bizi makamında kabul etti. Aslına bakarsanız, bizi gerçekten dinleyen tek belediye başkanı oydu.

2005 ve 2008’de düzenlenen şenliklerden

Şenlik fikri nereden çıktı, herkese açık şenlikleri nasıl organize ettiniz?

Demirtaş: İlk şenlik, Gazhane’nin yıkımına, arazide katlı otopark fikrine karşı sesimizi duyurma çabasıyla ortaya çıktı. Sonrasındaki şenlik ve festivaller ise nasıl bir kültür merkezi istediğimizin küçük modelleriydi. Festivalleri okul zamanına denk getirdik, ilk festival hariç, tüm izin prosedürlerini çalıştırdık. Yıldız Teknik Üniversitesi’nden gelen öğrencilere katılımcılık, kentlilik, sosyal sorumluluk üzerine deneyimlerimizi anlatmıştık. İlk sergiyi izinsiz yaptığımızı söylediğimizde, öğrencilerden biri “Nasıl yani, gerilla festival mi yaptınız?” demişti. (gülüyorlar) 2010’a kadar dokuz festival düzenledik. 2009’daki enternasyonal mahiyetteydi. Her kuşaktan insan katıldı. Berlin Lacht (Berlin Gülüyor) derneğinden arkadaşları ağırladık. Geniş bir sanatçı platformları vardı. Ateş göstericileri, tiyatrocular, jonglörler, dans gruplarıyla geldiler. Şenliği organize eden, farklı sanatçılardan oluşan, yine Berlin’den Trans Yapıt ekibi de çok enteresandı. Ekipten Eddie’yle tanıştığımız günü hiç unutmam. Rockçı, punk bir tipti. Dönemin Kadıköy belediye başkanı Selami Öztürk’ten randevu aldık. “Fabrika alanında üç hafta sürecek bir şenlik düzenlemek istiyoruz” dedik. Selami beyin odasında Eddie ile üçümüzü beraber bulunca kendi kendime şöyle dedim: “Bu ne kadar absürt bir sahne”. (gülüyorlar) GÇG’den ben, takım elbisesiyle Selami Öztürk ve tekmili birden punk kıyafetleriyle, amblemli deri ceketi, küpeleri, çizmelerindeki mahmuzlarıyla Eddie! Ardından Almanya’dan Trans Yapıt ekibiyle festival protokolü imzaladık.

Trans Yapıt’la nasıl tanıştınız?

Demirtaş: Onlar bizi buldu. Sanırım nedeni şuydu: Konum, mahallenin katılımı, kültür mirası açısından daha önce eşine pek rastlanmamış, özgün bir örgütlenme gerçekleştiriyorduk. Walter Benjamin’in çoraklaşmış mekânları canlandırma çabasına benzer bir faaliyet yürütüyorduk. Türkiye ve dünyadan yüzlerce insan üç hafta boyunca alana aktı. Mahalleliler, mahallemizin şairi Fatma Girit hep bizimleydi. Fatma abla Çayeli’nden göçmüş, çok duyarlı bir insan. Her toplantıya engelli kızıyla gelir. Festival genç kuşakların katılımına vesile oldu. Mesela sanatçı Ayça Telgeren’le o festivalden beri beraber yürüyoruz. Bu etkinliklerden sonra arkadaşlarıma şöyle dedim: “Yapacağımız her şeyi yaptık, koruma planına katkı sağladık, yıkımı engelledik. İTÜ tarafından yapılan Mimari Proje İBB ve Koruma Kurulu (KvTVKK) tarafından onaylandı. 2003’te Gazhane’nin katılımcı, stratejik yönetim modelini anlatan kitabımızı yayınladık. Kitapta önerildiği gibi alanın kültür sanat merkezi olduğunda nasıl kullanılacağını ortaya koyan, herkese açık, hep beraber örgütlenen etkinlikler, atölyeler, tartışmalar, festivaller düzenledik.”

Makyavel’in öğütlediği gibi, “kurmak istiyorsan önce her şeyi yık” diyen bir mantık hâkim. İktidar bellekle ilgili her şeyi ortadan kaldırmaya çabalıyor, biz de buranın hafızasına sahip çıkmaya çalışıyoruz. Nedir o hafızanın veçheleri? Endüstriyel kültür mirası, bir emekçi mekânı olarak Gazhane, katılımcı, sivil mücadele tarihimiz.

Kadınların çoğunlukta olduğu örgütler, kadın kooperatifleri ve dernekler diğerlerine nazaran daha uzun ömürlü oluyor. Öte yandan, yeni kuşakların örgütlenmeye katılım kimi zaman zayıf gözüküyor. Siz de 25 yıldır örgütlüsünüz…

Demirtaş: Kuşak meselesini yeni katılan arkadaşımız Eda anlatsın. (gülüyor)

Yiğit: Gazhane’de olan bitenlerden haberdardım, ama örgütlenmenin bir parçası değildim. GÇG’nin 14 Şubat’ta başlattığı çevrimiçi seminerleri duydum. Şehir ve Bölge Planlama Bölümü’nden hocam Maya Arıkanlı Özdemir katılmamı önerdi. Birden kendimi GÇG içinde buldum. GÇG açık bir yapı. Herkes kendi yetkinliği, becerisi ile istediği yerden angaje olabiliyor. Henüz aralarına katılalı iki ay bile olmadı, ama yıllardır berabermişiz gibi hissediyorum. Şu an GÇG’yi temsilen burada oturduğuma şaşırıyorum. (gülüyorlar) İki aydır arşiv üzerine çalışıyoruz. Kadınların bulundukları alanla bağ kurma becerisi daha yüksek. Esnek ve çözüm odaklı bir iletişim kapasiteleri var. Bu da mücadele ettikleri alanlarda kazanımlar yaratıyor.

Uçar: 1996’da hem bizim hem de toplumsal dinamiklerin ruhu çok gençti. Aramızda bize kıyasla çocuk yaşta arkadaşlarımız vardı. Onlar büyüyünce yine hareketin içinde yer aldı. Bir “kadın hareketi” değildik. Ama her zaman kadınlar ağırlıktaydı. Bu bize özel bir durum da değil. Genel toplumsal yapıya baktığımızda da şunu görüyoruz: Erkekler alanlardan geriye çekilirken kadınlar öne çıkıyor. Kadınlarda süreklilik ve sabır var. Çoklu düşünme yetileri daha yüksek. Bunları övünmek için değil, somut bir gerçekliği tarif etmek için söylüyorum. Kadınlar gece yataklarına yatmadan önce ertesi günü planladıkları için, sadece GÇG açısından değil, tüm örgütlenmelerde devamlılık mümkün hale geliyor. Genç kuşaklara aktarım konusunda ise diğer örgütlerden farklı davranamadık. Gençleri harekete katmak için özel bir çaba sarf etmedik. Pratik bazen insanı çok yoruyor. Mücadele ederken bir bakıyorsunuz yaşlanmışsınız, arkadan gelen kimse kalmamış. Riskli bir durum ama gerçek. Fakat aramıza yeni arkadaşlar rahatlıkla katılabiliyor. Her zaman yatay örgütlendik. Yataylık katılımı bir yanıyla kolaylaştırıyor, diğer yanıyla zorlaştırıyor. Çünkü çoğumuz gibi yeni arkadaşlar da “bir bilen” arıyor. Birileri örgütleyecek, onlar da eklemlenecek. Biz ise şunu diyoruz: Gazhane kimsenin mülkü değil. Herkes, emeğiyle, becerileriyle buraya katkı verebilir.

 

Demirtaş: 2010’da İstanbul, Avrupa Kültür Başkenti oldu. Orada projemiz listedeydi. İnsan Yerleşimleri Derneği ve ÇATDAL (Çağdaş Türk Dansı Araştırma Laboratuarı) ile beraber Gazhane Ortak Girişimi adı altında İstanbul’daki kültür sanat kurumlarını ve sivil yapıları çabalarımıza katacak çalışmalar yaptık. Bağımsız sanatçıların desteğini aldık. Ama herkesin bildiği gibi bütün planlar askıda kaldı. O zaman şöyle düşündüm: “Yapacağımız pek bir şey kalmadı, artık gençler devam etsin”. İşte tam da o sırada sanatçı Ayça (Telgeren) ve akademisyen Maya (Arıkanlı Özdemir) geldi. Şehirci, sosyal politikalar uzmanı arkadaşımız Serkan Öngel zaten daha önce katılmıştı. Örgütlenmeyi onlara devrettik. “İhtiyacınız olursa her zaman yanınızdayız, ama uzun zamandan beri mücadeledeyiz, bir soluklanalım” dedik. Bir konumu uzun yıllar boyu işgal etmekten hiç hoşlanmam. Bir süre sonra kendimi tekrar eder hale düşmek en büyük korkumdu. Çünkü bu çalışmaya katkınızı da verimsiz hale getirir. Yaşam büyük laflar etmemek gerektiğini öğretiyor. İşte gene buradayız. Ama farklı bir dönemeçteyiz. Sorumluluk duygusuyla, madem bir yola çıktık, devamını getirelim istiyoruz. Açılış yaklaşırken, katılımcılık adına hayata geçirilecek bir sürü konu var. Bazı insanlar sonradan katılsa da, kişilikleri gereği inisiyatif alıyor. Mesela Eda’ya hiçbir zaman “şunu şöyle yap” demedik. Hemen kendi alanında, hafıza konusunda çalışmaya başladı.

Yiğit: GÇG’de ortak bir dil kurulabilmiş, birbirlerini ikna ederek, sorumluluk alarak, aralarında güven ilişkisi inşa edebilmişler. İlk zamanlar biraz bocaladım. Çünkü bazen somut işlerin somut tarifi gerekiyor. Çok sayıda insan Gazhane mücadelesini biliyor, burayla çeşitli vesilelerle ilişkilenmiş, ama somut bir tarif olmadığında geçici ilişkiler kuruluyor. GÇG bundan sonra tavır ve taleplerini net dile getirirse, genç kuşaktan çok sayıda insan destek verecektir. Nitekim çevrimiçi seminerlerle sürecin tartışmaya açılması, alanda geziler düzenlenmesi birçok kişinin konuya odaklanmasına katkı sağladı.

Mahallenin katılımı, kültür mirası açısından daha önce eşine pek rastlanmamış, özgün bir örgütlenme gerçekleştiriyorduk. Walter Benjamin’in çoraklaşmış mekânları canlandırma çabasına benzer bir faaliyet yürütüyorduk. Düzenlediğimiz uluslararası festivalde Türkiye ve dünyadan yüzlerce insan üç hafta boyunca alana aktı.

2001’de kabul edilen projeye dönesek; nasıl hazırlandı, ne ölçüde hayata geçti?

Demirtaş: Projeyi İTÜ hazırladı. Afife Batur hocamız başlattı. O emekli olunca, Gülsün Tanyeli devam etti. Temelinde anket çalışmalarımız var. Oyun bahçesi ve kütüphane yer alıyor. Projeye göre alanda bir endüstri müzesi olması da gerekiyordu. Müzenin önünde rüzgâr gülleri yer alacak, güllerin aşağısına konacak bisikletlerde çocuklar pedal çevirecek, böylece enerjinin nasıl üretildiğini öğreneceklerdi. Oyun ve öğrenme bir arada olacaktı. Yeşil alan olmaması için de bir neden yoktu. Ama şu anda çalışmalar bitmek üzere ve alanda maalesef çok donuk bir görüntü ortaya çıktı. Tamam, endüstri mirası yapılar korundu ve restore edildi. Ama bu donuk görüntü hâlâ değiştirilebilir, mekân mahalleye ait, yaşayan bir yer haline getirilebilir. Öte yandan, uygulama projesinin projeyi yapan ekip tarafından denetlenmesi koşulu sayesinde İTÜ denetim yaptı. Aksi takdirde bugün karşımıza çok farklı mimarlık ekiplerinin çok değişik amaçlarla işlevlendirdiği bambaşka bir “Kültür Sanat Merkezi” çıkabilirdi.

Uçar: 2019’da İBB’nin yeni yönetimiyle temas kurup eldeki projenin ne kadar değiştiğini anlamaya çalıştık. Yeni yönetim planda bazı değişiklikleri yapmış. Basit bir örnek vereyim. Hemen girişte sağdaki işliklerin işlevini değiştirmiş. İşliklere atölye olarak işlev verilmişti, şu anda ucu açık bırakılmış. “STK’lar için ayrılacak” deniyor. Belediyeyle ortak çalışmak isteğimizi belirttik.

Gazhane yakın zamanda, mücadeleniz sayesinde, tüm kentlilere açılacak. İçinde iki etkinlik salonu, iklim müzesi, hafıza merkezi yer alacak. Öte yandan, İBB de mekânın önemli bir bileşeni. Açılış süreci nasıl gidiyor?

Demirtaş: Mahallelilerin büyük çoğunluğu kültür merkeziyle bölgenin değer kazanacağını düşünüyor. Bizim açımızdan bir hayalin hayata geçmesi çok heyecan verici. Bir bültenimizin başlığı şuydu: “Gazhane artık tüm İstanbul’a, hatta dünyaya kültür sanat enerjisi verecek”. Şimdiki hedefimiz kültür endüstrisinin büyük aktörlerinin yanında yereldeki sanatçılarımızı da mekânda eşit söz sahibi yapmak, herkesi aynı masanın başına oturtabilmek. Alan gezilerinin, seminerlerin amacı da bu. Alanın öznelerini davet ediyoruz. Böylece hem bilgilerimizi tazeliyor, hem de yeni şeyler öğrenmeye devam ediyoruz. Tüm bu faaliyetlerin sonunda tıpkı Stratejik Yönetim Modeli gibi Gazhane’nin demokratik yönetimine dair bir belge ortaya koymak istiyoruz. Sadece GÇG değil, tüm ilgili yapılar, mahalleliler, Karikatüristiler Derneği, sahne sanatçıları, Tiyatro Kooperatifi, katılıma angaje herkesle beraber yol almak istiyoruz. Bunu İBB’ye kabul ettirmek için çaba sarf ediyoruz. Buranın bir meclisi, otonom bir yapısı olmalı. Evet, kâğıt üzerinde mülk sahibi İBB. Ama bir kültür varlığını gelecek kuşaklara taşımak istiyorsan, onun tüm öznelerini içinde bulundurmak zorundasın. Hiçbir yapı kopyala-yapıştır yöntemiyle yaşatılamaz. Bu alana can katılması için tüm öznelerin söz sahibi olması lâzım. Bir meclis aracılığıyla Gazhane’yi bir üretim, dönüşüm mekânı, sürekli devinen, yenilenen canlı bir organizma haline getirebiliriz. Kent kültürünü, sanatı, ortak yaşamı beslemesini, varlığını böyle sürdürmesini istiyoruz. Bu örgütlenmenin gelecek kuşaklara örnek olmasını istiyoruz. Bu örneklerin çoğaldığı bir dünyayı arzuluyoruz.

Uçar: GÇG Gazhane’nin rant gruplarına verilmesine direndi. Kamusal alanların kullanım hakkının yine kamuya ait olduğunu savunduk. Önce yıkımı önledik. Ardından yıllarca alanın nasıl kullanılacağına dair çalıştık. Tüm mücadeleyi anlatmak mümkün değil. Üst üste koya koya gittik. 2001’de onaylanan, İBB’nin elindeki projenin kıymeti ölçülemez. Çünkü hâlen endüstri mirasına dair onaylı tek proje. Alanın SİT ilan edilmesinden bu yana, dile kolay, neredeyse 27 yıl geçti. 2001’de onaylanan proje 20 yılda, tıpkı yapılar gibi, elbette eskiyor. Projede beş kez değişiklik yapıldığını söylüyor İTÜ’lü hocalarımız. Yakında Gazhane açılacak. Küçük detayları, tefrişat kısmını hazırlıyorlar. Geçen yıl, Gazhane’ye kurulan tiyatro sahnesinde İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu Şirin Payzın’a söyleşi verdi. Bir saatlik programda, Gazhane’nin tarihinden ve GÇG’den bahsettiği bölüm bir dakika sürmedi. İnsan ister istemez bir kaygıya kapılıyor.

Şimdi İBB ile iletişiminiz nasıl?

Uçar: O söyleşiden sonra tekrar temas kurup mekânın katılımcı bir modelle yönetilmesine dair görüşlerimizi ilettik. Alternatif Stratejik Yönetim Modeli kitabımızı verdik. Kitabın hazırlandığı yıl İTÜ, Mimarlar Odası, Hukukçular, GÇG, Marmara ve Boğazlar Belediyeler Birliği gibi birçok kurumla atölye çalışmaları yaptık. Birçok sivil inisiyatifin görüşleriyle ortaya çıkan kitap alanındaki tek örnek. Kitabın meramının altını çizelim: “Arzumuz ekonomik ve sosyal sürdürülebilirliği olan, yaşamdan bağlarını kopartmadan, semtin özelliklerini de dikkate alan bir yönetim modeli. Kültürün ve sosyal yaşamın sadece tüketilmediği, ilgili tüm unsurların üretim süreçlerine katıldığı bir yönetim modeli. İktidar alanlarının yaratılmadığı, ama kaosa da yol açmayacak bir yönetim modeli. Sosyal ve kültürel yabancılaşmayı en aza indirecek, unuttuğumuz değerleri yeniden anımsayacağımız bir yönetim modeli.

Bu dört maddenin altını yıllar içinde somut faaliyetlerle sürekli doldurduk. Fakat, siyasi parti etiketinden bağımsız, İBB nezdinde, şöyle bir algı var: “Biz zaten en iyisini yapıyoruz ve size sunuyoruz.” Oysa biz “en iyisini bizimle beraber yaratmazsanız, ortaya çıkanın hiçbir anlamı, kıymeti yok” diyoruz. Mücadeleyle geçen yılların ardından, merkezin kullanımıyla ilgili değişiklilere açığız. Mesela enerji müzesi, iklim müzesine dönüşebilir. Ama bunu orayı kullanacak herkesle tartışarak hayata geçirmelisiniz. Planları tartışmak için geriye bir adım atabilirsiniz. Tıkanıklığı aşacağımıza dair umutluyuz.

Bir “kadın hareketi” değildik. Ama her zaman kadınlar ağırlıktaydı. Bu bize özel bir durum da değil. Genel toplumsal yapıya baktığımızda da şunu görüyoruz: Erkekler alanlardan geriye çekilirken kadınlar öne çıkıyor. Kadınlarda süreklilik ve sabır var. Çoklu düşünme yetileri daha yüksek. Bunları övünmek için değil, somut bir gerçekliği tarif etmek için söylüyorum.

Gazhane’nin tarihçesini ve projeyi anlattığınız geziler nasıl gidiyor?

Uçar: Şu ana kadar yedi gezi düzenledik. Hemen hepsi Anadolu yakasında yaşayan, ağırlıklı Kadıköylü, plastik sanatçı arkadaşları, sahne ve pantomim sanatçılarını, Türkiye Yazarlar Sendikası’nı, Koşuyolu’nda çok özgün bir oluşum olan NEYYA’yı (Nükhet Eren Yaratıcı Yazarlık Atölyesi), Karikatürcüler Derneği’ni ağırladık. Validebağ Savunması’ndan dostlarımız geldi. Ekoloji savunmasından arkadaşları, kültür-sanat gazetecilerini, Halkevlerini ve başka grupları ağırlayacağız. Bunlar turistik geziler değil. Elbette gelen arkadaşlarda bir nebze böyle bir tat da bırakıyordur. Rehberimiz Yüksel Demirtaş önce alanın geçmişte nasıl kullanıldığını, yapılara günümüzde hangi işlevler verildiğini, ardından GÇG’nin mücadele tarihini anlatıyor. Ardından ziyaretçilere “siz burada ne yapılmasını arzu edersiniz, neler yapmak istersiniz?” sorusunu yöneltiyor. Sonra beraber tartışılıyor. Gezilerin özünü Yüksel’den alıntıyla özetleyeyim: “Gazhane öznelerini arıyor”. Gazhane’nin asıl sahipleri alanı geziyor. En büyük arzumuz, bu sahiplik duygusunun çoğalması.

Gazhane’de, gazometrelerden birinde yer alacağı söylenen hafıza merkezinde sizin mücadeleniz de bulunacak mı?

Uçar: İBB aracılığıyla bir müzecilik grubu müze alanı içinde GÇG mücadele tarihine de bir bina ayrılacağını söyledi. Arşivimizi açtık, nasıl ilerleyebileceğimizi konuştuk. Fakat İBB mekânların işlevini sürekli değiştiriyordu. Müze grubu bir noktada işlerini bitirdi, fakat Gazhane gönüllülerinin mücadelesine dair müze binasının yeri, hatta olup olmayacağı havada kaldı. Ardından İBB ile tekrar görüştük ve 2021’in başında 25 yıllık kent mücadelesi tarihimizi ve arşivimizi değerlendirerek kendi dilimizle anlatmak konusunda mutabık kaldık. Kalıcı sergi için hazırlıklara başladık. 

2009’daki festival için yazdığınız manifestonuzda şair Gareth Evans’ın John Berger’a ithafen yazdığı “Kıymetini bil her şeyin” şiirinden bir bölüm almışsınız. O bölüm şöyle bitiyor: “İnsanların, odadaki insanların, sokaktaki insanların, kıymetini bil her şeyin”.

Fotoğraf: İnan Olgar

Uçar: Kent ve mekan konularında sahada çalışan Maya Arıkanlı Özdemir ve siyaset bilimci, kentle ilgili değerli çalışmaları bulunan Hatice Kurtuluş etkinlilerimize katıldı. 2009 festivali için bir metin yazmak istediklerinde seve seve kabul ettik. İşte o metnin başlığı “Kıymetini bil her şeyin” idi. Çok güzel bir metindir.

Yıllar boyunca gerçekleştirildiğimiz etkinlikler, festivaller, panellerde birçok ortaklığa gittik. 1996’da Kaptan Hasan Paşa İlkokulu’ndan çocuklarla Gazhane’yi nasıl görmek istediklerine dair bir resim sergisi açtık. Bölge ilköğretim okullarından çocuklar Gazhane’de halk oyunları gösterisi yaptı. Bölgedeki muhtarlarla, Marmara ve Doğuş Üniversiteleri’nin Güzel Sanatlar Fakülteleri’yle, Yıldız Teknik Üniversitesi Sanat Tasarım Fakültesi ve Kültür Üniversitesi’yle ortak etkinlikler düzenledik. Üniversiteler Gazhane içinde nasıl bir kullanım yaratabilecekleri üzerine kafa yordu. Marmara Güzel Sanatlar Fakültesi Heykel Bölümü’nden arkadaşlar heykel yaptı, Geleneksel El Sanatları Bölümü’nden bir hocamız tezgâh kurdu. Cam üfleme ustası cam işleri yarattı. Daha nice etkinlikle bir kültür merkezinin aslında nasıl işleyebileceğinin, müşterek neler yapılabileceğinin örneklerini göstermek istedik. Kimse misafir değildi, herkes asli unsurdu. Bir ilkokul öğrencisi halkoyunları atölyesine katılınca annesi babası da etkinliklerden haberdar oluyor, insanlar Gazhane’nin bir parçası haline geliyor, artık söz söyleyebilecekleri bir yer olduğunu bizzat tecrübe ediyordu. Umarız bundan sonra bu yöntemi kullanır, bu deneyimlerden faydalanır.

Gazhane festivallerini genişletmek, mesela pıtrak gibi çoğalan kooperatiflerle devam etmek çok güzel olmaz mı?

Uçar: Bilebildiğimiz kadarıyla İBB Gazhane’yi iklim değişikliğine dair, sonradan kalıcı bir müze haline gelecek çarpıcı bir sergiyle açmak istiyor. Kanal İstanbul projesiyle ilgili bilgilendirmeler de alanda yapılacakmış.

Demirtaş: Mekânın özneleri karar versin, yeniden festival düzenlemek için elimizden geleni yaparız. Gazhane’nin bundan sonra bir halk meclisi tarafından yönetilmesi, demokratik bir modelle, yerel ve uluslararası katılımla kullanılması gerektiğini düşünüyoruz. Yerel yöneticilerin bunun kıymetinin farkına varması lâzım. Başka alanlardaki politikalarını bu zemin üzerinde yükseltebilirler. Programlarında yer alan demokrasi ve katılımcılığı gerçekten hayata geçirmek istiyorlarsa Gazhane bulunmaz bir fırsat. Öte yandan bizi hâlâ yakından tanımıyorlar.

^