SERGİ: TAŞIN ŞİİRİ ANİ

Erdir Zat
24 Nisan 2018
SATIRBAŞLARI
İpek Yolu’nun Anadolu’ya açılan kapılarından biri, görkemli geçmişinin izlerini hâlâ taşıyan bir ortaçağ şehri, Ani, bugüne esin vermeyi sürdürüyor. Sözü bitmemiş, tükenmemiş, yeter ki kulak kabartalım, terkedildiği ıssızlığın içinden yeni bir şeyler fısıldamaya hazır. Depo’da açılan “Taşın Şiiri Ani: Kültürlerin Kavşağında Bir Mimarlık Hazinesi” başlıklı sergi hiç kuşkusuz son yılların en önemli kültür etkinliklerinden biri. Bizleri muhteşem Ani’nin ortak kültür mirasına sahip çıkmaya davet ediyor. Taşın şiirine kulak verelim…
Ani platosuna bütün ihtişamıyla kurulan Ani Katedrali günümüze kalan mimari hazinelerden biri. (Murat Germen, 2018)

“Ani ketumdur” diyor, Vedat Akçayöz, 1996’dan beri onunla yatıp onunla kalkan Ani fotoğrafçısı: “Gizemlerle dolu Ani, gizleri çözüldükçe daha derin gizemlere bürünür.”* Sergiyi ikinci kez gezdikten sonra, üstelik daha geniş zaman ayırmamıza rağmen sözün yankısı geçmedi, bilakis arttı; Ani çağırıyor…

Serginin yaratıcıları ise girişte bizi karşılayan panoda şöyle diyor: “Size Ani’yi anlatmak istiyoruz. Uzak bir diyarda, sessiz bir boşluğun içinde unutulmuş benzersiz bir Orta Çağ şehrinin, muhteşem Ani’nin hikâyesini… Ani, tarihi İpek Yolu’nun görkemli kapılarından biri, zengin bir ticaret şehri olmuş yüzyıllarca. Sasaniler’den Şeddadiler’e, Ermeniler’den Bizans’a, Gürcüler’den Osmanlı’ya sayısız kültürün buluştuğu bir kavşakta hayat bulmuş.” Zamanın nakşolduğu taşlardan dinleyeceğiz bu hikâyeyi…

“Taşın Şiiri Ani: Kültürlerin Kavşağında Bir Mimarlık Hazinesi” sergisi 29 Nisan’a kadar Depo’da izlenebilir.

Coğrafya, kültür, ticaret

Kars’ın 42.5 km. güneydoğusunda konumlanan Ani, her şeyden önce, kendi adıyla anılan volkanik bir plato. Doğu ve batısında yer alan derin vadiler güney ucunda buluşup üçgen şeklinde bir yarımada oluşturuyor. Ani’nin bu özgün topografik formu, hem yerleşimi kolaylaştırdığı hem de savunma üstünlüğü sağladığı için, ona tarihöncesi çağlardan beri kullanılan bir yerleşim yeri olma niteliğini kazandırdı. Doğu vadisinin derinliğinde akan ve bugün Türkiye ile Ermenistan arasındaki sınır hattını çizen Arpaçay ırmağı, Kalkolitik Dönem’den Yeni Çağ’a kadar kesintisiz biçimde insan yaşamının can suyu oldu.

Ani’nin kültürel yaşının tarihöncesine uzanan belgeleri olarak çevresine saçılmış mağaralar ve kaya resimleri bilimciler tarafından keşfedilmeyi bekleyedursun, coğrafyanın tarihle buluştuğu çağlara gelelim. Topografinin armağan ettiği üçgenin platoya açık, dolayısıyla korunaksız kuzey cephesini boylu boyunca kapatan surlar, Ani’nin tarihle ilişkisini en yalın biçimde ortaya koyuyor. Zenginlik birikimle, biriktirilen değeri saklayarak, sakınarak, koruyarak oluşturulan bir şeydir. Bu bağlamda, surlar, Ani’yi korunaklı bir şehre dönüştüren başat mimari unsur olarak belirginleşiyor. İpek Yolu’nu kateden kervanların taşıdığı zenginliğin buraya da akmasını sağlayan surlar, Ani’yi askeri ve ticari yolların uğrak yeri, kültürlerin kavşağı ve zamanla geniş bir metropolis haline getirdi.

Surlar, Ani’yi korunaklı bir şehre dönüştüren başat mimari unsur. İpek Yolu’nu kateden kervanların taşıdığı zenginliğin buraya da akmasını sağlayan surlar, Ani’yi askeri ve ticari yolların uğrak yeri, kültürlerin kavşağı ve zamanla geniş bir metropolis haline getirdi. Devasa bir duvar ve sağlam kulelerden oluşan bu ihtişamlı surlar Ermeni taş işçiliğinin özellikleri arasında yer alan haçkarlar, taş mozaikler ve yazıtlarla bezenmişti.

Ani’de rastlanan en eski mimari örnekler Ermeni hanedanlarından Kamsaraganlar’ın bölgede hüküm sürdüğü 4. yüzyıla tarihleniyor. 7. yüzyılda başgösteren Arap istilaları Ermeni mimarisinin gelişimini iki yüzyıl boyunca sekteye uğrattı. Anadolu’daki beyliklerin imparatorluklarla güç savaşına tutuştuğu bu dönemde giderek zenginleşen bir başka Ermeni hanedanı, Bagratuniler, 10. yüzyılda Ani’yi de içeren coğrafi bölgeyi Kamsaraganlar’dan satın aldı. Ani’nin ilk surları, şehri Ermeni Krallığı’nın başkenti yapan III. Ashot tarafından bugün iç kale olarak bilinen bölgeye yaptırıldı. Ancak şehir ekonomik gelişmeyle birlikte büyüdü. Kral II. Smbat döneminde şehrin kuzeyine yeni bir savunma hattı inşa edildi. Devasa bir duvar ve sağlam kulelerden oluşan bu ihtişamlı surlar, Ermeni taş işçiliğinin özellikleri arasında yer alan haçkarlar, taş mozaikler ve yazıtlarla bezenmişti. Farklı zamanlarda yapılan onarımların mimari üsluplarını da yansıtan Ani surları, yıkıntı halinde de olsa bugüne ulaştı.

Bir mimarlık müzesi

Ani altın çağını 10. ve 11. yüzyıllarda yaşadı. Ermeni Krallığı’nın başkentini ve Ermeni Kilisesi’nin en üst makamı olan Katolikosluğu Ani’ye taşıyan Bagratuniler, şehri bölgenin siyasi, ekonomik ve dini merkezi haline getirdi. Beraberinde bayındırlık alanındaki atılımlar geldi ve şehir surlar, köprüler, kervansaraylar, kilise ve manastırlarla donatıldı. Bu dönemde usta mimar Trdat tarafından inşa edilen Ani Katedrali ve Gagik Kilisesi (Gagikaşen) ile 12. yüzyıla ait Havariler Kilisesi, uzmanların gözünde, estetik ve teknik bakımından Ortaçağ Ermeni mimarisinin en güzel örnekleri olarak kabul ediliyor. Kendi çağının sınırlarını aşan yenilikçi yapılardı.

Ani, 10. yüzyılın ikinci çeyreğinden itibaren, benzersiz inşa tekniği, alan yaratma başarısı, doğal ışık dağılımı, sağır sıra kemer kullanımı ve zarif süslemeleriyle öne çıkan özgün bir mimari okul yarattı. Bu yenilikçi unsurlar Ani’yi mimarlık tarihi açısından eşsiz kılan özelliklerdi, sonraki dönemlerde “Hıristiyan mimarisinde dönemin ilk örnekleri” olarak tanımlandı. Ani Katedrali’nin kümelenmiş sütunları ve basamaklı sivri kemerleri, uzmanlar tarafından, ilk örnekleri yaklaşık 200 yıl sonra Fransa’da görülen ve Avrupa’da yayılan Gotik mimarinin öncüsü olarak kabul ediliyor.

Ani, 10. yüzyılın ikinci çeyreğinden itibaren, benzersiz inşa tekniği, alan yaratma başarısı, doğal ışık dağılımı, sağır sıra kemer kullanımı ve zarif süslemeleriyle öne çıkan özgün bir mimari okul yarattı. Ani Katedrali’nin kümelenmiş sütunları ve basamaklı sivri kemerleri, uzmanlar tarafından, ilk örnekleri yaklaşık 200 yıl sonra Fransa’da görülen ve Avrupa’da yayılan Gotik mimarinin öncüsü olarak kabul ediliyor.

1064’de Ani’yi fetheden Selçuklu sultanı Alparslan, şehrin yönetimini bir Kürt hanedanı olan Şeddadiler’e devretti. Böylece Ani’nin mimarlık tarihinde yeni bir dönem başladı. Şeddadi emiri Menuçehr ilk iş olarak fetih sırasında zarar gören şehir surlarını onardı. Ardından da Ebu’l Menuçehr Camii’ni inşa ettirdi. Bu camiyle ilgili iki ayrı görüş var. Bir kısım uzman yapının Bagratuni hanedanlığına saray olarak inşa edildiğini, sonradan camiye dönüştürüldüğünü savunuyor. Diğer görüştekilere göre, Selçukluların Anadolu’da inşa ettiği ilk camidir.

Uzun yıllar süren siyasal istikrarsızlığın ardından, Ani, 1199’da Gürcü Kraliçesi Tamar tarafından fethedilip yönetimi Ermeni beyliği Zakaryanlar’a verildi. Ani’nin mimarlık açısından yeniden canlandığı bu döneme ait eserlerde hem önceki dönemlerin hem de farklı mimari geleneklerin esintileri gözleniyor. Örneğin Havariler Kilisesi dönemin İslam mimarisinden izler taşıyor. Ani Katedrali’den ilham alan Bakireler Manastırı ve Tigran Honents Kilisesi ise gerçek ve hayali hayvan bezemeleriyle dönem mimarisinin özelliklerini yansıtan örnekler olarak gösteriliyor.

Ani, surların çevrelediği şehir alanının içindeki mimari eserlerden ibaret değil. Surların dışında kalan başka mimari hazineler de var. Arpaçay vadisinin her iki yakasında ortaçağa ait birçok kültürel merkez yer alıyor ve bunların hepsi Ani gibi kalıntılar halinde toprağa gömülmüş durumda.

Hâlâ keşfedilmeyi bekleyen yeraltı şehri ise bütün bu mimari zenginliğe bir başka boyut katıyor. Zemini oluşturan yumuşak volkanik kayalar oyularak işlenmeye uygun olduğu için Ani’nin altına geniş alana yayılan ve çokkatlı geçiş sistemine sahip bir yeraltı şehri inşa edilmiş. 1915’te yapılan ilk kazı çalışmalarında 800’den fazla oda bulundu. Odaların bir kısmının konut olarak kullanıldığı ve yaklaşık 2 bin kişiyi barındıracak kapasiteye sahip olduğu tahmin ediliyor. Bunlar arasında ibadet amaçlı mekânların bulunduğu, ama odaların büyük kısmının su, şarap, yağ gibi temel ihtiyaçları depolama amacıyla ve hayvan barınağı olarak kullandığı arkeolojik notlar arasında yer alıyor.

Son olarak Ani’nin periferisinden söz etmek gerekiyor. Zira Ani, surların çevrelediği şehir alanının içindeki mimari eserlerden ibaret değil. Surların dışında kalan başka mimari hazineler de var. Arpaçay vadisinin her iki yakasında ortaçağa ait birçok kültürel merkez yer alıyor ve bunların hepsi Ani gibi kalıntılar halinde toprağa gömülmüş durumda, bazıları yakın gelecekte yok olma tehdidiyle karşı karşıya. Bunlar arasında Mren yerleşim merkezi, Digor Kilisesi ve Bagratuni döneminde kraliyet mezarlığı işlevi gören Horomos Manastırı Digor öne çıkıyor.

Ani’nin ortak kültür mirası

1950’de kasıtlı olarak yok edilen Khtzonk (Beşkilise) Manastırı Kompleksi’nden günümüze sadece Surp Sarkis Kilisesi (1024) kaldı.

12. yüzyıldan itibaren doğuda gücünü artıran Gürcü Krallığı’nın siyasal baskısına maruz kalan Ani, 1236’daki Moğol istilasında tamamen yağmalandıktan sonra eski canlılığını yitirmeye başladı. 1319’da bölgede meydana gelen şiddetli deprem Ani’de büyük yıkımlara yol açtı, halkın çoğu toplu göçlerle şehri terk etti. Bütün bunlara İpek Yolu’nun ticari önemini yitirmesi de eklenince şehir geri dönülmez biçimde sönümlenme sürecine girdi. 16. yüzyılda Osmanlı toprağına dahil oldu, ama bu kaderini değiştirmedi. Issızlığa mahkûm edilen Ani adeta ölüm uykusuna yattı. Doğanın günbegün daha çok aşındırdığı bir harabe haline geldi.

Birinci yüzyılın sonunda, St. Petersburg Bilimler Akademisi’nin başlattığı çalışmalarla Ani yeniden hayata döndü. 93 Harbi olarak da anılan Osmanlı-Rus Savaşı’nda (1877-1878) Osmanlı devleti ağır bir yenilgiye uğramış, bunun sonucunda Kars ili Rusya’nın eline geçmişti. 1892’de Akademi tarafından uzman bir ekip Ani’ye gönderildi. Başkanlığını Kafkaslar’daki çalışmalarıyla ünlenen tarihçi ve dilbilimci Nikolay Y. Marr’ın yaptığı, mimar, arkeolog, fotoğrafçı, ressam ve dilbilimcilerden oluşan ekip 1892-1893 ve 1904-1917 yılları arasında gerçekleştirdiği kazı, belgeleme, kitabelerin tercümesi ve araştırma çalışmalarıyla Ani hakkındaki temel bilgileri oluşturdu. Diğer yandan mimar Toros Toramanyan Ani için hayati değer taşıyan bazı ölçümleri yaptı ve rekonstrüksiyon çalışmalarını hayata geçirdi.

Ani’nin altına yumuşak volkanik kayaları oyarak yapılan yeraltı şehrinin güvercinlikleri göz kamaştırıyor. (Vedat Akçayöz, 2014)

1917’de Kars’ın Rus İmparatorluğu’ndan geri alınmasıyla birlikte Ani ve çevresi “askeri sınır bölgesi” yapıldı. Kültürel miras tam gün yüzüne çıkmaya başlamışken Ani yeniden ıssızlığa gömüldü. Sistemli bir kazı çalışmasının yeniden başlaması için yarım yüzyıl geçmesi gerekti. Ani’de araştırma ve kazılar 1965 yazında Kemal Balkan ve Orhan Sümer ile yeniden başladı, 1988-2006 arasında Hacettepe Üniversitesi’nden Prof. Dr. Beyhan Karamağaralı’nın başkanlığında devam etti. Bu dönemde Ani’de yapılan restorasyon çalışmaları bilim ve sanat çevrelerinde tepkiyle karşılandı. Restorasyonun amacını aşan bir müdahale yapıldığı düşünülüyordu.

Ani’nin 2006’da askeri bölge statüsünden çıkarılıp Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın denetimine geçmesi önemli bir adımdı. ODTÜ öğretim üyelerinden oluşan Ani Ören Yeri Danışma Kurulu oluşturuldu ve Ani’de yapılması gereken çalışmaları içeren ayrıntılı bir rapor hazırlandı. Raporda bir koruma master planı ile çevre düzenleme ve yönetim planı da yer alıyordu. Bu program çerçevesinde Tigran Honents Kilisesi, Manuçehr Camii, Abughamrent Kilisesi koruma projeleri hazırlandı ve ilk etap uygulamaları gerçekleştirildi. Dünya Anıtlar Fonu, 2011’den itibaren Ani’ye kaynak aktarmaya başladı. 2012 yılından bu yana ise Ani’deki kazı ve araştırmalar, Kars Müzesi işbirliğiyle, Pamukkale Üniversitesi’nden Prof. Dr. Fahriye Bayram yönetiminde gerçekleştiriliyor.

Ani, 2016’dan beri UNESCO Dünya Kültür Mirası listesinde. Ne var ki, yaklaşık on yıldır Ani’ye dikkat çekmek için didinen Osman Kavala 18 Ekim 2017’den beri gülünç bir gerekçeyle hapiste. “Gezi Parkı olaylarının yöneticisi ve organizatörü olmak” suçlamasıyla tutuklu olarak yargılanıyor, halen Silivri Cezaevi’nde yatıyor.

Bu süreçte Ani’yi uluslararası düzeyde sahiplenen sivil toplum kuruluşlarının ortaya çıkması koruma çalışmalarına bambaşka bir boyut kattı. Anadolu Kültür Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Osman Kavala’nın Ani’nin evrensel kültür mirasını ortaya çıkarmak için gösterdiği çabaları burada özellikle vurgulamak gerekiyor. Öncelikle Gulbenkian Vakfı ve Norveç Kültürel Miras Araştırma Enstitüsü’nün desteğini alarak Norveç, Ermenistan ve Türkiye’den uzmanların bir arada çalışmasını sağladı. Uluslararası ekibin yaratıcı saha çalışmaları zaman içinde beklenen progresif sonuçları doğurdu. Bunlardan birini restorasyon mimarı Yavuz Özkaya sergideki videoda anlatıyor. Özetle, restorasyonun bir aşamasında aslına uygun taş bulmak ve doğru formlarda, doğru tekniklerle üretmek kısıtlı bütçeyi aşan ciddi bir sorun haline gelmişti. Ekibin Ermeni uzmanları Ermenistan’daki imkânları harekete geçirerek sorunu çözdüler. Türkiye ile Ermenistan’ın birlikte çalışmasının önemi bir kez daha kanıtlanmış oldu.

Ani’nin dünya kültür mirası olarak kabul edilmesi için büyük emek sarfeden Osman Kavala, Türkiye, Ermenistan ve Norveç’ten uzmanların oluşturduğu ekiple saha çalışmasında.

Kavala’nın Ani’yle ilgili bir diğer uluslararası girişimi Kültür Bakanlığı ile Dünya Anıtlar Fonu arasındaki görüşmeleri gerçekleştirip kazı ve restorasyon çalışmalarına kaynak yaratmaktı. Başarıldı; fon yedi yıldır projeye kaynak aktarıyor. Ardından Ani’nin UNESCO tarafından “dünya kültür mirası” olarak kabul edilmesine yönelik çalışmalar başladı. Bu amaçla Dünya Anıtlar Fonu, Norveç Kültürel Miras Araştırma Enstitüsü ve Anadolu Kültür, Ani in Context / Ani, Çevresi ve Dönemi başlıklı ortak bir rapor hazırladı. Bu hedefe de erişildi. Ani, 2016’dan beri UNESCO Dünya Kültür Mirası listesinde. Ne var ki, yaklaşık on yıldır Ani’ye dikkat çekmek için didinen Osman Kavala, 18 Ekim 2017’den beri gülünç bir gerekçeyle hapiste. “Gezi Parkı olaylarının yöneticisi ve organizatörü olmak” suçlamasıyla tutuklu olarak yargılanıyor, halen Silivri Cezaevi’nde yatıyor. Oysa Ani’yle ilgili yapılanların envanterini sunan bu sergiyi açmak için çok çalışmıştı. Maalesef gezmek kısmet olmadı… Artık sergiyi gezmek için iki gerekçeniz var…

“Taşın Şiiri Ani: Kültürlerin Kavşağında Bir Mimarlık Hazinesi” Tophane’deki Depo binasında, 29 Nisan’a kadar görülebilir. Ardından turne başlayacak. Sergi, 18 Mayıs-30 Haziran arasında Yerevan Mimarlık Müzesi’nde, gene bu yılın ekim ayında Oslo Üniversitesi Müzesi’nde tekrarlanacak. Ankara ve Stockholm’de de açılması için çalışmalar sürüyor, ancak henüz kesinleşmiş değil.

* Vedat Akçayüz, Ani’nin Gizemli Yüzü, İstanbul, 2016, s.: XIX.
^