İBRAHİM GÖKÇEK VE CANER BOZKURT İLE GRUP YORUM

Söyleşi: Merve Erol, Murat Meriç
3 Nisan 2020
SATIRBAŞLARI

Grup Yorum konserlerinin yasaklanmaması, kültür merkezlerine sistematik baskınların son bulması, adil yargılanma hakkı… Bu taleplerle başladıkları ölüm orucunun 288. gününde Grup Yorum vokalistlerinden Helin Bölek yaşamını yitirdi. Grubun basçısı İbrahim Gökçek ise 323 günün ardından ölüm orucunu bırakmışken 7 Mayıs 2020’de hayata veda etti…

Grup Yorum’un 25. yılını efsanevi bir konserle kutladığı İnönü gecesinin ardından, 2010’da, grubun iki genç üyesiyle, İbrahim Gökçek ve Caner Bozkurt’la konuşmuştuk. Helin Bölek’in ve İbrahim Gökçek’in anısına saygıyla Bir+Bir’in dördüncü sayısından aktarıyoruz…

İnönü stadındaki 25. yıl konserinden önce, Açıkhava’nın size artık yetmediğini, 40 bin kişi beklediğinizi söylüyordunuz. Konser çok görkemli geçti, en az 50 bin kişinin katıldığı açıklandı. Neler hissettiniz?

İbrahim Gökçek: Aylar öncesinden başlayan bir çalışmaydı bu. Tüm Türkiye’de binlerce insan eşzamanlı olarak emek verdi bu konser için. Bir anlamı vardı İnönü konserinin. İnsanlar oraya sadece Grup Yorum dinlemek için değil, geleceğe dair umutlarını haykırmak için de geleceklerdi. Konserde ağlayanlar oldu. “Yerin yedi kat dibine sakladığım duygularım açığa çıktı” diyenleri duyduk. 40 bin kişi bekliyorduk ama, kendi aramızda “niye 50 bin olmasın” diye konuşuyorduk. Herkesin kafasında şu anlamda bir netlik vardı: Ne olursa olsun o stad o gün dolacak. Kapasitesinin üstünde dolmuş oldu, bu da ayrı bir mutluluk, ayrı bir gurur.

İdil Kültür Merkezi’nin duvarlarını eski gazete haberleriyle kaplamışsınız. ‘90’larda Grup Yorum konserlerinin yasaklanmasını, üyelerinin gözaltına alınmasını aktaran haberler vakayı adiyedendi. Sizin izlediğiniz ilk Grup Yorum konseri hangisiydi?

Gökçek: Çok iyi hatırlıyorum, Eskişehir’de öğrenciydim, konser kapalı spor salonundaydı. Polis yine sıkıntı yaratmıştı, ama çok güzel konser olmuştu. Sonra Harbiye konserine geldim.

Sadece Grup Yorum’a değil, toplumun hakkını arayan tüm kesimlerine karşı bir linç kampanyası var adeta. İnsanlar kaderlerine razı olsunlar, seslerini çıkarmasınlar, en doğal haklarını bile aramasınlar isteniyor. Suskun bir toplum istiyor iktidar sahipleri.

Caner Bozkurt: Şimdi de birçok zorluk var, sadece şekil değişti. Konser mahalline gittiğimizde Yorum elemanları gözaltına alınmıyor artık, ama öncesinde konser çalışmasını yürütenler tutuklanıyor. Bu konserin çalışmasının yapıldığı şehirlerde de bu yaşandı. Üniversite öğrencilerinin açtığı standlar engellendi, öğrenciler taciz edildi. Anadolu şehirlerinde en sık karşılaştığımız şey bu.

Çeşitli sebeplerle bildiri dağıtmak, basın açıklaması yapmak hemen PKK’yle ilişkilendiriliyor ve bir linç sahnesi kuruluyor. Benzer olaylar son yıllarda çok çeşitli şehirlerde görüldü. Bu duruma Grup Yorum da maruz kaldı mı?

Gökçek: Bunlar bilinçli yapılıyor. İnsanlar demokratik mücadele verenlere karşı kışkırtılıyor. Sadece Grup Yorum’a değil, toplumun, hakkını arayan tüm kesimlerine karşı bir linç kampanyası var adeta. İnsanlar kaderlerine razı olsunlar, seslerini çıkarmasınlar, en doğal haklarını bile aramasınlar isteniyor. Suskun bir toplum istiyor iktidar sahipleri. Bizim konserlerimize saldırıları da bu doğrultuda ele almak lâzım.

Bozkurt: 25 yıl konserinin bu kadar geniş kitlelere ulaşmasıyla, basında bu kadar yer almasıyla grup artık kabul görmüş oluyor ve devlet çok rahat baskı yapamıyor.


Gazetelerde çıkan yazılarda “koca bir stad aynı anda halay çekti” deniyordu…

Bozkurt: Öbek öbek dalgalandı insanlar. Eller aynı anda kalkıyordu, aynı anda iniyordu. Bu görüntü çok güzeldi.

Sahne de çok kalabalıktı, değil mi?

Gökçek: 25. yıl kutlamasının sahne açısından da zengin geçmesini istiyorduk. 2003’te Harbiye’deki konserde küçük çaplı bir senfonik orkestra kullanmıştık. Bu kez daha büyük bir orkestra istedik ve değerli hocamız Orhan Şallıel ile çalıştık. Dans gösterileri, şarkıları destekleyen barkovizyon görüntüleri de geceye hem dinleyenler açısından hem de çalışanlar açısından renk kattı. Büyük bir birlik ve dayanışma gerçekleşti. Bizimle beraber olan sanatçı dostlarımız için de anlamlıydı bu.

Bugün Grup Yorum tam olarak kaç kişi?

Gökçek: Şu anda on. İkisi aramızda değil. Muharrem Cengiz tutuklu ve Trabzon Kapalı Hapishanesi’nde, İhsan Cibelik abimiz de yurtdışında. Davaları var, Türkiye’ye giremiyor. Ama onlar da bu konsere katıldılar. İhsan abi kayıt gönderdi, Muharrem’le haftada bir telefonda görüşüyoruz, görüşme sırasında ses kaydını aldık ve konserde yayınladık. İki yıldır hapishanede, 2011 ağustosunda çıkacak.


Kolektif bir oluşumdur Grup Yorum. Şarkılar seçilirken, bestelenirken ya da düzenlenirken bütün elemanlar çalışır. Diyelim ki İbrahim bir beste yaptı, bu bireysel bir çaba olarak kalmıyor, kolektifin dokunmasıyla son halini alıyor.


Bozkurt: Biz Yorum tarihinin bugünkü temsilcileriyiz. Ama bu tarih bizimle de bitmeyecek, bunu biliyoruz.

İdil Kültür Merkezi’yle beraber düşünürsek, Grup Yorum bünyesinde atölyeler, müzikal çalışmalar yapıyor musunuz? Mesela Kardeş Türküler gibi yan faaliyetlere açık mı Grup Yorum?

Bozkurt: Anadolu’nun çeşitli yerlerinden Yorum dinleyicileri bizi destekliyor ve deyim yerindeyse besliyorlar geçmişten beri. Örneğin beste yapıp gönderiyorlar, söz yazıyorlar, buraya gelip ürünlerini paylaşıyorlar. Hapishanelerden gelen ürünler de var, bir kısmı repertuara alınıyor. Ayrıca Anadolu’da dirsek temasında olduğumuz gruplar var. Anadolu’dan beste anlamında değil, eleman anlamında da destek alıyoruz. Ben Bandırma’da üniversite öğrencisiyken Grup Yorum’a katıldım mesela. Bunlar dışında bir de Grup Yorum Korosu var. Koronun grubun tarihine denk düşen bir geçmişi var, gruba oradan sürekli eleman yetiştiriliyor. Şu anki üyelerin hemen hepsi bu korodan yetişmiştir. Bu anlamda kolektif bir oluşumdur Grup Yorum. Şarkılar seçilirken, bestelenirken ya da düzenlenirken bütün elemanlar çalışır. Diyelim ki İbrahim bir beste yaptı, bu bireysel bir çaba olarak kalmıyor, kolektifin dokunmasıyla son halini alıyor.


Söyleşinin yapıldığı günlerde İbrahim Gökçek (solda) ve Caner Bozkurt (Fotoğraf: Şahan Nuhoğlu)

Bir dönem hapishanelerden Grup Yorum’a beste akardı, siz de yaptıklarınızı oralara gönderip dinletirdiniz. İlk dönemde özellikle demolar gönderilip fikir alınırmış. Bunu hâlâ yapıyor musunuz?

Gökçek: Artık yapamıyoruz, çünkü F tipi hapishanelerle bu gibi şeyleri yapmak zorlaştı. Hapiste olup şiirini bestelediğimiz arkadaşlara bile şarkının son halini dinletmek mümkün olmuyor. Bazen yöre radyoları aracılığıyla ulaştırıyoruz şarkıları, ama bir demo göndermek gibi bir imkânımız söz konusu değil, hapishane şartlarından dolayı. Ama hapishanelerle Yorum’un yakınlığı halen sürüyor. Hâlâ besteler, şiirler, düşünceler gelmeye devam ediyor, birlikte üretmeye devam ediyoruz. 1985’te Grup Yorum oluştuğunda hapishanelerde direniş vardı. Sonradan ölüm oruçları devreye girdi. İlk albümlerde hapishane koşullarında üretilen bir sürü eser var, insanlar orada çektiklerini, işkenceleri şarkılarla anlatmışlar, biz de bunu kitlelere aktardık. “Güleycan” böyle bir şarkıdır mesela.

“Hayata Dönüş Operasyonu” Grup Yorum tarihinde de bir ivme yarattı. Geçtiğimiz günlerde operasyonla ilgili açılan davada suçlananlar sadece erlerdi. Nasıl yorumluyorsunuz bu durumu?

Gökçek: O işin sorumlusu erler değil ki. Arka plandaki sorumlular, katliama katılmış olanlar, kararı verenler, uygulatanlar ceza almıyor. En başta o dönemin hükümeti bundan sorumludur. Orada bir mücadele var ve devam ediyor. Buradaki önemli durum, sosyalizmin ölümüne savunulması. Bu düşünceyi tamamen yok etmeye dönük en kapsamlı hapishane operasyonuydu bu.


1985’te Grup Yorum oluştuğunda hapishanelerde direniş vardı. Sonradan ölüm oruçları devreye girdi. İlk albümlerde hapishane koşullarında üretilen bir sürü eser var, insanlar orada çektiklerini, işkenceleri şarkılarla anlatmışlar, biz de bunu kitlelere aktardık. “Güleycan” böyle bir şarkıdır mesela.

Bozkurt: Operasyonun hemen sonrasında eylemlere karşı pervasızca bir saldırı yapıldı. Solcular da eylemlere karşı cephe aldı ya da hemen geri adım attı. Mücadeleyi destekleyeceklerine, basının tavrına ortak oldular. Üstelik daha öncesinde bu acıyı yaşamış insanlar da vardı aralarında. Bizim içimize sinmeyen daha çok bu oldu.

Gökçek: Emperyalistler “sosyalizm öldü” narası atarken eylemlerin sürdürülüyor olması çok onurlu bir davranış. 2000’li yılların başından bu yana tecrite karşı sürdürülen mücadele bir derya deniz. Ölüm oruçlarıyla ilgili kapsamlı bir albüm çalışması içerisindeyiz. Bu tarihi bütün boyutlarıyla anlatmak gibi bir amacımız var. Üstelik sadece Türkiye’yle ilgili değil bu, tüm dünyayı sarıp sarmalayacak bir proje. Tecrit sadece devrimciler için değil, herkes için bir tehdit. Bunu anlatmamız gerekiyor. Tüm halka bir gözdağı, sesini çıkartana gözdağı veriliyor; haksızlıklara karşı çıkarsan, bunun için basın açıklaması yaparsan, yazarsan, çizersen, müzik yaparsan seni oralara atarım deniyor.

2000’den sonraki Grup Yorum albümlerinde ölüm oruçlarının büyük bir yeri var. Müzik, bu anlamda, direnişin önemli sacayaklarından biri oldu. Ölüm oruçlarına yönelik en yaygın eleştirilerden biri de, ölümün yüceltilmesiydi. Yaptığınız şarkılar bağlamında bu eleştiriye katılıyor musunuz?

Helin Bölek

Bozkurt: F tipinin amacı belli: Dünyadan tecrit edileceksin, inançlarından sıyrılacaksın. Bunu bir işkence aracı olarak kullanıyorlar, ki bu insanlığa aykırı, ölümden beter bir şey. Buna karşı insanların canlarını ortaya koyuyor olması çok şey değil, çünkü zaten yaşamıyorlar. Dolayısıyla onlar da ölümle canlarını koruyorlar. Bu, Anadolu’nun geçmişinde de olan bir kültür. Canına, onuruna, yaşamına, değerlerine saldırı varsa, onunla savaşırsın. Dört duvar arasındaki insanın tek silahı kendi bedeni. Dışarıdaki insan gibi grev yapamaz, taşı, sopası, tüfeği yok, savaşamaz. O da verebileceği tek şeyi veriyor. Bu, onurlu bir şey ve örnek alınması gerekiyor. Asla ölümü yüceltmek demek değildir bu. İnsanlar ölüyor, ölümüne direniyor, ölmemek için, yaşatmak için, insanlar daha rahat yaşasın diye ölüyor. Bunu anlatmak, insanları ölüme alıştırmak ya da ölümü yüceltmek değil. Bizim insanımız yaşamayı çok sever. Ölüm orucunda kaybettiklerimiz de severdi. Ama başka çareleri yoktu. Buna bir alternatif bulsalar, en ufak bir umut bile bulsalar, inanın ona başvururlardı.

Bilhassa Boran Fırtınası’ndan (1998) sonraki albümlerde bir içe dönüş yaşadınız sanki. Yorum eskiden daha geniş bir kitleyi kucaklarken bu albümle belli bir mücadelenin sözcüsü oldu gibi. Katılıyor musunuz?

Gökçek: Tam tersine, dışa açılım var. Son albümde en çok üzerinde düşündüğümüz şey buydu. Bizi takip eden insanlar var ama, bilmeyen milyonlarca insan daha var. Onlara nasıl ulaşırız diye düşündük ve yeni arayışlara girdik.

Rock, hiphop gibi müzik türleriyle yakınlaşma da bu çabanın ürünü mü?

Gökçek: Elbette. Yaptığımız müziğin dışında türler bunlar, ama onların iyi yanlarını alıp kullanmakta bir sakınca yok. Kendimizi geliştirmek istiyoruz, farklı müzikleri dinliyoruz, çıkan albümleri takip ederiz. Sevdiğimiz şeyleri albümlerimize katmak için çaba sarfediyoruz. System Of A Down, Cake, Bob Dylan gibi isimleri dinliyoruz. Müzik dinamik bir şey, yerinde durmuyor. Yorum 25 yıl önceki müziği yapsaydı, kimse dinlemezdi. Bugünün dinamiklerini yakalamak gerekiyor. 25 yıldır grubun her albümünde bir yenilik vardır. Bir albümde etnik okumalar vardır, diğerinde farklı enstrümanlar vardır, son albümde rock sound’u var. Ama bunları popüler oldukları için kullanmıyoruz. Bakıyoruz, rock coşkulu, biz de coşkuluyuz. O zaman biz bunu kullanırız. Hiphop’ta söz yoğunluğu var. Bizim de sözümüz yoğun, o zaman hiphop denemesi de yaparız. Hiphop ya da rock kötü yapılıyor, biz iyisini yaparız gibi bir iddiamız yok.

Tecrit sadece devrimciler için değil, herkes için bir tehdit. Tüm halka bir gözdağı, sesini çıkartana gözdağı veriliyor; haksızlıklara karşı çıkarsan, bunun için basın açıklaması yaparsan, yazarsan, çizersen, müzik yaparsan seni oralara atarım deniyor.

Bozkurt: Hiphop gettonun müziği, agresif bir müzik. Gençlerin düşkünlüğünü böyle açıklamak mümkün. Türkiye’de de yaygın, ama içeriği yok.

Son albümlerinizde bir vatan vurgusu var, “Tankınızı topunuzu, soyunuzu sopunuzu atacağız yurdumuzdan” ya da “kirli donlarınızı çektirmem burçlarına, bu vatan bizim, bizim oğlu bizim” gibi sözler yazıyorsunuz. Ulusalcılıkla paralel bir okuma yapılabilir mi?

Bozkurt: Bunlar bağımsız Türkiye isteğinin ifade bulduğu sözler. Bizim inandığımız bir Türkiye tespiti var: Bu ülke bağımsız değil, Amerika tarafından yönetiliyor. Amerika’nın üsleriyle, askeriyle, kültürüyle, insanıyla, her şeyiyle ülkemizden gitmesini istiyoruz. O sözler böyle çıktı.

Demin Bob Dylan’ı andınız. “Soy sop” denerek yapılan total bir anti-Amerikancılık onu, onun gibileri de kapsamaz mı?

Gökçek: Soy sop dediğimiz onlar değil ki ama. Amerikan emperyalizminden söz ediyoruz. Irak’a giren, Afganistan’da savaşan, halkları katleden Amerika bizim gitmesini istediğimiz…

Bozkurt: Türkiye gerçeğinde bu cümlelerin hedefi bellidir. Türkiye’de Amerika için “soyunu sopunu” demek Amerikalı halk demek değildir. İşgalcilerden, emperyalistlerden söz ettiğimiz açıkça belli. Yıllar önce Aşık Mahsuni de “Katil Amerika” dediğinde, kimse “bu Amerikan halkına yönelik bir şeydir” diye iddia etmedi. Yıllardır o şarkı, bu halkın emperyalizme olan tepkisinin açık, sembol ifadelerinden biri.

Grup Yorum’un dünyada kendini kardeş hissettiği gruplar var mı?

Gökçek: Quilapayun, Inti Illimani gibi gruplar daha önce bizim mücadelemize de denk düşen bir çizgideydi. Fakat sonraları, buralarda da dejenerasyon yaşandı. Şimdi, her ne kadar çok popüler olmasalar da, dünyanın çeşitli ülkelerinden, Filistin’den, Almanya’dan diyalog içinde olduğumuz sanatçı arkadaşlarımız, müzik grupları var.

İnsanlar ölüyor, ölümüne direniyor, ölmemek için, yaşatmak için, insanlar daha rahat yaşasın diye ölüyor. Bunu anlatmak, insanları ölüme alıştırmak ya da ölümü yüceltmek değil. Bizim insanımız yaşamayı çok sever. Ölüm orucunda kaybettiklerimiz de severdi. Ama başka çareleri yoktu. Buna bir alternatif bulsalar, en ufak bir umut bile bulsalar, inanın ona başvururlardı.

Bozkurt: Bu yelpaze biraz geniş aslında. Sadece Latin Amerika’da değil, Ortadoğu’da ve hatta kimi zaman Amerika’da Grup Yorum’un kendine örnek aldığı, müzikal yolculuğunda paralellik olan çok grup var. Ama Grup Yorum en çok Quilapayun’a benziyor. Yoksa Victor Jara’dan Joan Baez’e çok isim var.

Ortadoğu’da kimleri örnek alıyorsunuz?

Bozkurt: En önemlisi Marsel Halife ve Fairuz, ama orası daha büyük bir kaynak aslında. Orada çok grup var, hem şarkılarını alıyoruz, hem de beraber konserler veriyoruz ve projeler üretiyoruz. Biz enternasyonalist dünya görüşüne sahip bir müzik grubuyuz, kulağımız dışarıdan gelen seslere asla kapalı değil.

Sol Filistin davasını savunurken muhafazakârlar “bunlar terörist, anarşist” derdi. Şimdi ibre tersine döndü. Grup Yorum’un tarihi boyunca Filistin davasına destek verdiğini biliyoruz…

Bozkurt: Bu bizim davamız. Biz zamanında bunu savunurken, Kanlı Pazar’larda bizi bıçaklıyorlardı, sonradan bizi yandaş görmeye başladılar.

Gökçek: Bu davayı ortaya çıkartan Türkiye’deki sosyalist harekettir. Gazze’de insanlar öldürülüyor, bunu görmezden gelemezsin ki. Karşıda vahşi, gaddar bir düşman var, o topraklardan çıkmış ama, geçmişini, tarihini unutmuş, her şeyi yok ediyor. Biz o düşmanı insanların tanımasını istiyoruz. Tanısınlar ki, karşı çıksınlar. Bu iş sadece yardım gemileriyle olmuyor. Önemli olan, oradaki direnişi her yönüyle, her anlamda güçlendirmek ve tüm dünyada etkin hale getirmek.

Bozkurt: Türkiye solcularının yaptığı bir hata var. İslâmcı kesim bu eylemi savunmaya başladığı andan itibaren solcular onların yedeği gibi davranmaya başladı, davayı onlara terk etti. Oysa bu bizim davamız, sahiplenmek gerek.

Gökçek: Her şeyden önce İsrail’le ikili anlaşmalara imza atanların yargılanması gerekiyor. Bu adamlar Filistin’i savunuyor görünüyorlar. Bu, ikiyüzlülüğün ta kendisi. Kimse bize Filistin davasında akıl veremez, bu bizim davamız. Bunu şarkılarımızla dile getirdik, hep onların yanında yer aldık, direnişi güçlendirmeye çalıştık. Filistin ve başta Irak olmak üzere Arap halklarının onurlu direnişi Yorum müziğine ilham veren şeylerin başında gelir. Darbuka, yaylı enstrümanlar ve Arap ezgileri bizim müziğimizde olan şeyler ve bunun başlıca nedeni Filistin.

Kimse bize Filistin davasında akıl veremez, bu bizim davamız. Bunu şarkılarımızla dile getirdik, hep onların yanında yer aldık, direnişi güçlendirmeye çalıştık. Filistin ve başta Irak olmak üzere Arap halklarının onurlu direnişi Yorum müziğine ilham veren şeylerin başında gelir.

1970’lerin devrimci müziklerinde, istisnalar dışında, ud, tambur, keman gibi sanat müziğine ve arabeske ait olduğu düşünülen enstrümanlardan uzak durulur, bunlar bir tür yozluğun sembolü olarak düşünülürdü…

Gökçek: Bağlama nasıl bizim enstrümanımızsa, oralarda da ud ve darbuka var. Acılarını, umutlarını bunlarla dile getiriyorlar. Enstrüman üzerinden müziği yargılamak olmaz ki. Oradaki duruma bakacaksın, coğrafyaya bakacaksın. Kendi hayatları, özlemleri, umutları, bunlar bizimle aynı olabilir ama, bunu dile getirme şekli farklıdır. Karadeniz türkülerinde de o yörenin hırçınlığı vardır, bunu bize uzak diye kabul etmemek olur mu?

Gençliğinizde Grup Yorum dinleyicisiydiniz, şimdi grubun birer üyesi olarak 25. yıl konserinde sahneye siz çıktınız. Bu durum size ne hissettiriyor? Gençliğinizde bunu hayal etmiş miydiniz?

Gökçek: Böyle bir şey elbette aklımıza gelmezdi. Yorum hep devam edecek, biz hep dinleyeceğiz, bunu biliyorduk ama, bir üyesi olacağımızı düşünmemiştik. Grup Yorum 25 yılda isimsiz ve resimsiz olmayı başarmıştır, bu sürede yarattığı en büyük değer budur. Sadece biz değil, stadda bulunan herkes sosyalizme olan inancını dile getirdi. 25 yılın insanlara en büyük hediyesi bu. Yorum, sanatı, estetiği hiç ihmal etmeden hep bu gerçeği ayakta tuttu, bugüne taşıdı. Bir nehrin yatağını bulması gibi, o gün orada o emekler karşılığını buldu. Bu konserden sonra görev ve sorumluluklarımız arttı. Artık Grup Yorum çıtayı yükseltti.

Bozkurt: Bu emek sadece sahne ekibinin emeği değil elbette. Oraya gelen herkesin, organizasyonu yapanların, bu konser için özveriyle çalışan binlerce insanın emeği bu. Orada bunlar birleşti, tek oldu ve bir halaya dönüştü. Ben kendi adıma sahnede çok heyecanlandım. Eminim ki orada bulunan herkes en az benim kadar heyecanlanmıştır. O gün orada olduğumuz için çok şanslıyız, çünkü tarihi bir güne tanıklık ettik. Ortak bir şey yaptık ve hepimiz aynı heyecanı yaşadık. Sahnede olanla olmayan arasında bir fark yoktu. Tek fark, sahnedeki ekip konseri izleyemedi. Tarihi olayı kaçırdık! (gülüyor)

Bir+Bir, sayı 4, Haziran 2010

^