İLETİŞİM UYGULAMALARI VE KİŞİSEL VERİLERİN GİZLİLİĞİ TARTIŞMASI

Söyleşi: Bekir Avcı
18 Ocak 2021
SATIRBAŞLARI

WhatsApp’ın yeni kullanıcı sözleşmesi hararetli bir tartışmayı ve alternatif arayışlarını gündeme getirdi. Toz duman arasında, “Güvenliğe önem veren ve özgür yazılım olan ​Signal’i öneriyoruz” diyen Bilişim Emekçileri Dayanışma Ağı’nın kapısını çaldık. Neden Signal? Başka hangi alternatifler var? Büşra Özçelik, Uğur Akgül ve Onur Zeybek’i dinliyoruz.

WhatsApp’ın 8 Şubattan itibaren değiştireceğini açıkladığı, tepkiler üzerine ileri bir tarihe ertelediği yeni kullanıcı sözleşmesi bir WhatsApp kullanıcısı için ne ifade ediyor?

Büşra Özçelik: Aslında Gizlilik Politikası’nın güncellenmesi, Facebook’un WhatsApp’ı satın almasıyla 2016’da önümüze gelmişti. Ama o zamanki güncellemeyle bugünkü arasında bir fark var. 2016’da kullanıcılara 30 gün içerisinde sözleşmeyi kabul etme ya da etmeme gibi bir alternatif sunuluyordu, bugün ise sözleşmeyi kabul etme zorunlu kılınıyor, “ister kullan ister kullanma” deniliyor. Facebook kârını daha da artırmak için kullanıcıların kişisel bilgilerini ticarileştirmeyi amaçlıyor. WhatsApp’ın Gizlilik Politikası’nın dayatılmak istenmesi, kişisel verilerin çok daha açık hale getirilmesi bundan kaynaklı.

Hangi verilerimiz bunlar? Mesela WhatsApp’ta eş dostla yazışmamız, yolladığımız fotoğraflar dahil mi?

Onur Zeybek: Hayır. Veri derken, mesajlarımız, fotoğraflarımız ya da paylaşımlarımız değil, neyle ne kadar süre uğraştığımız, nerede bulunduğumuz gibi daha genel bilgilerden bahsediyoruz. Facebook için hepsi çok değerli bilgiler. Instagram’ı alıp, yanına bir de WhatsApp’ı koyunca her ânımızı takip eden, bizi bizden daha iyi bilen bir dataya hâkim oldu Facebook. Neyi beğendiğimizi, nerede vakit geçirdiğimizi, hangi durumlarda ne yaptığımızı biliyor. O bilgiler ışığında bize özelleştirilmiş reklamlar gösteriyor. Bizi bütün özelliklerimizle sermayenin kucağına bırakıyor, “buyurun, istediğiniz gibi manipüle edebilir, kullanabilirsiniz” diyor. Özgür iletişim hakkını elimizden alıyor. Facebook’un sicili zaten kabarık, insanların kişisel verilerini manipüle amaçlı kullanmış bir şirket. Bu nedenle çeşitli ülkelerde para cezalarına da çarptırıldı.

“Bizi sermayenin kucağına bırakıyor” dediniz. Sadece sermayenin mi? 2014’te Cambridge Analytica şirketinin milyonlarca Facebook kullanıcısının kişisel verilerini uygunsuz bir şekilde edindiği, elde edilen verileri daha sonra ABD’de seçmenleri etkilemek için kullandığı ortaya çıkmıştı.

İnsanların neden etkileneceklerini, sinir uçlarını bildikleri için, bu verileri manipülasyon amaçlı kullanmışlardı, doğru. Seçmeni doğrudan etkileyecek şekilde lokasyon bazlı seçim propagandası yapılmıştı. Yani siyasete, devletlere de yarıyor bu veriler. Tabii bu bilinen, ortaya çıkan bir skandal. Bilinmeyen belki onlarcası var.

 

WhatsApp’ın yapacağını açıkladığı değişiklik her ülkeyi kapsayacak mı, mesela AB ülkelerinde de uygulanacak mı?

Avrupa Birliği’nde (AB) bir gizlilik politikası yasası var: General Data Protection Regulation (GDPR), yani Genel Veri Koruma Yönetmeliği. Kişilerin verilerinin nasıl korunacağını, uyulmadığı takdirde verilecek cezaları düzenleyen bir yönetmelik. Sürekli güncelleniyor. Yaptırımlar ciddi para cezalarına varabiliyor; bazı durumlarda öyle para cezaları söz konusu ki, o şirket cezayı ödeyemediği için varlığını sürdüremez oluyor. Facebook zaten AB’de sürekli cezaya çarptırılıyor. Son değişiklikteyse AB’yi karşısına almayı göze alamamış olabilir. Türkiye’de Kişisel Verilerin Korunması Kanunu’nun (KVKK) yaptırımları da ciddi, ama Facebook’un önemseyeceği kadar ciddi değil. Şirket “öderim” diye düşünüyor ya da yaptırımları ciddiye almıyor veya uygulanmayacağını düşünüyor olabilir. Ama veri ihlali gerekçesiyle açılan bir soruşturma da var şu anda.

Rekabet Kurulu bir soruşturma başlattığını duyurmuştu. Bir yandan YouTube gibi sosyal medya mecralarına temsilcilik açma zorunluluğu getirerek, yayıncıları ve izleyicileri yakın takibe almayı arzulayan yaklaşım, bir yandan WhatsApp ve Facebook hakkında açılan soruşturma. Nasıl değerlendirirsiniz?

Bu WhatsApp’ın yapacağı değişikliğin kimin işine yarayıp yaramadığıyla ilgili. Şu durumda devletin işine yaramıyor, çünkü veriler devlet tarafından kullanılabilir olmayacak. “Buyurun size de bir şifre, kullanıcılarımızın datasına erişin” demiyor WhatsApp. Tepkiler üzerine başlatılan bir soruşturma var gibi. “Nasıl olsa işimize de yaramıyor, bari kamuoyu tepkisiyle hareket edelim” diyor olabilirler.

Uğur Akgül: Türkiye’nin AB’yi takip eden bir yaklaşımı da var. Geçtiğimiz yıllarda Google’a AB’de büyük cezalar kesildi. Google adres işletim sistemini sunuyor, bundan para almayacağını söylüyor, ama telefon cihazları için “YouTube’u, Google Haritalar’ı ön yüklü olarak getireceğim ve başka uygulama getiremezsin” diyor. Birçok telefon için geçerli bu zaten. AB bununla ilgili büyük cezalar uyguladı. Bu cezaların ardından Türkiye de bir benzerini düşük meblağlarla uyguladı. Bunun dışında, farkındaysanız, bugünlerde anlık mesajlaşma uygulaması olan BİP’in haberleri, reklamları dolaşmaya başladı sağda solda. BİP’in arkasında Turkcell ve Varlık Fonu var. O verilerin kendisinden de akmasını istiyor hükümet; “Benim mesajlaşma uygulamamla konuşsunlar, daha fazla bilgiye sahip olayım” diyor. WhatsApp tartışması sürerken hemen BİP reklamlarının piyasaya sürülmesi, devlet kurumlarını BİP’e geçirmeye çalışmaları bununla alakalı.

Türkiye’de Kişisel Verilerin Korunması Kanunu’nun yaptırımları da ciddi, ama Facebook’un önemseyeceği kadar ciddi değil. Şirket “öderim” diye düşünüyor ya da yaptırımları ciddiye almıyor veya uygulanmayacağını düşünüyor olabilir.

BİP nasıl bir uygulama?

Kapalı kaynak ve bir şirket tarafından kâr amacıyla üretilmiş bir uygulama. Uygulamaya girdiğinizde kayıtlı “kişilerinizi” paylaşmak zorundasınız; adres, yedekleme, cihaz, konum, kimlik ve iletişim bilgilerinin hepsini istiyor. Bu bilgileri vermeden mesajlaşmanız mümkün değil. Kullanıcı Sözleşmesi’nde “üçüncü kişilerle paylaşabiliriz verilerini” diyor. Komik bir yandan, “bütün verilerini alır ve paylaşırım” diyor açık açık.

Zeybek: BİP’in daha önce kamu kurumlarında kullanılması için bir yönlendirme vardı zaten. Turkcell partner firmalarına BİP kullanmayı üstü kapalı zorunlu hale getiriyordu. “Biz WhatsApp kullanmıyoruz, sadece BİP kullanıyoruz, siz de BİP kullanacaksınız, yoksa bizimle iletişim kuramazsınız” şeklinde bir yaklaşım vardı. Uzun zamandır büyütmeye çok çabalıyorlar, ama bu kadar eksiği, veri ihlali varken kimse indirip oradan iletişim kurmaz. Kullanıcı gidip, Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezi’ne (CİMER) kendi durumunu yazsa daha iyi.

Bilişim Emekçileri Dayanışma Ağı olarak Signal’i öneriyorsunuz. Neden Telegram değil?

Özçelik: Telegram’a karşı soğukluğumuzun nedeni, Telegram‘ın uygulama ve uygulamanın iletişim kurduğu sunucu bağlantıları açık kaynak olmasına karşın sunucuların mesajları aldıktan sonraki işlem adımlarının kapalı kaynak olması. Yani bugün Telegram uygulamasından atılan bir mesajın izini takip etmek istersek, sunuculara kadar nasıl gittiği hakkında bilgi sahibiyiz, ancak, sonraki işlemler kapalı bir şekilde gerçekleşiyor. Ayrıca, firma uçtan uca şifreleme türünü de paylaşmış değil.

Pathy Tshindele, İsimsiz 2, 2009
 

Signal’in daha iyi bir alternatif olmasının nedeni ne?

Zeybek: Signal hem sunucu hem kullanıcı tarafında açık kaynak kodlu bir yazılım. Bu kodlara erişilebiliyor, kodlar kopyalanabiliyor, insanlar kodlara ekler yapabiliyor. Bir yazılımcı istediği kodu önerebiliyor. Örneğin, bir özelliğini geliştirmek istiyorum, ona kod yazıyorum ve gönderiyorum. Signal’in yönetici ekibi bunu canlıya alıyor ya da almıyor. İnsanların elbirliğiyle büyüttüğü bir yazılım. Bir kişiye değil, bir vakfa bağlı. Verilerini paylaşmıyor, sıfır paylaşım. Bizden sadece cep telefonu numaramızı istiyor. Noktadan noktaya bağlantı oluşturuyor. Yani sizinle konuşuyorsam, Signal ikimizin arasında özel bir bağlantı oluşturuyor, kriptolu haberleşmeye imkân tanıyor. Önce sunucuya, oradan kullanıcıya gibi bir durum yok, noktadan noktaya bir protokol kuruluyor. İki kişi arasındaki mesajlaşma sunucudan bağımsız oluşuyor, böylece sunucunun verilere ulaşması imkânsız hale geliyor. Bu bağlantı sayesinde konuştuğumuz şey bulunamıyor. WhatsApp verilerimizi yedekliyor, Signal yedeklemiyor. Bu nedenle WhatsApp ya da Telegram yerine Signal’i öneriyoruz.

Akgül: Tabii arada bir sunucu katmanı var, ama veriler şifreli geliyor ve gideceği yere yine şifreli yönlendiriliyor, üçüncü bir göz o özel mesajlaşmaları okuyamıyor. 

Signal nasıl finanse ediliyor?

Zeybek: Brian Acton WhatsApp’ın kurucu ortağıydı. Oradan ayrılınca Moxie Marlinspike ile birlikte Signal’i kurdular. Kuruluşta, Acton WhatsApp’ın satışından kazandığı parayı kredi gibi şirkete verdi ve sermayeyi 105 milyon dolara yükseltti. Bu paranın geri ödemesini 2068’de alacak. Yani Signal’in ilk finansmanını kendisi sağlıyor. Bağışçıları da var aynı zamanda.

Signal’in yarın bir gün WhastApp’laşmayacağı ne malûm?

Akgül: Signal’in sahip olduğu lisans bunun önünü alıyor. Yarın, “ben kodu kapattım, böyle devam edeceğim” diyemez. Sonra kapalı bir kaynağa dönüştüremeyeceğini beyan etmiş bize ve dönüştüremiyor da.

WhatsApp, Telegram, Signal… Başka alternatifler yok mu?

Özçelik: Signal, Telegram ve Whatsapp dışında da özgür yazılım veya kapalı kaynak alternatifler mevcut. Örneğin, Güney Kore’de Kakaotalk Messenger yüzde 90’ın üzerinde bir kullanıma sahip veya Wire yine alternatif açık kaynak mesajlaşma uygulaması. Kullanıcılar uygulama seçerken çok kısa bir aramayla hangi verilerin paylaşıldığı veya kâr amacı güdüp gütmediği, nasıl fonlandığı bilgilerine hızlıca ulaşabilmekte. Biz bu toz duman arasında kafası karışmış kullanıcılara net bir cevap vermek amacıyla Signal’i ön plana çıkardık.

Signal açık kaynak kodlu bir yazılım. Bir yazılımcı istediği kodu önerebiliyor. Bir kişiye değil, bir vakfa bağlı. Verileri paylaşmıyor, sıfır paylaşım. Noktadan noktaya bağlantı oluşturuyor, kriptolu haberleşmeye imkân tanıyor. WhatsApp verileri yedekliyor, Signal yedeklemiyor. Bu nedenle WhatsApp ya da Telegram yerine Signal’i öneriyoruz.

Kullanıcıların tutumunu nasıl görüyorsunuz. WhatsApp’ın 2016’daki politika değişikliğinde, bu kadar yüksek bir itiraz çıkmamıştı ortaya. Bunu neye yormak lâzım?

O dönem ile bu dönem arasında internet kullanımı arttı. Özellikle koronayla birlikte hayatın internet üzerinden sürdüğü bir döneme geçtik. 2016 ile bugünkü tepki arasındaki farkta korona sürecinin de etkili olduğunu düşünüyorum. Ayrıca, o zaman Facebook WhatsApp’ı satın aldı, ciddi bir açıklama yoktu, ama şimdi keskin bir madde var. Kullanıcılar açısından yüzeysel de olsa bir farkındalıktan bahsedebiliriz. Bireyselleşmenin zirvesindeyiz, oraya dokunulduğu noktada insanlar ses çıkarıyor. “Neye ihtiyacımız var, ne yapmalıyız” noktasında değil de kendi kabuklarına girildiği an ses çıkarıyorlar. Burada önemli olan, muhalif kamuoyunun, ağların olan biteni nasıl anlattığı ve bir farkındalık yaratıp yaratmadığı.

Yaratılabiliyor mu farkındalık?

Bilişim sektörü dar, Türkiye’de daha da dar. Sektörel bazlı örgütlenme var olsa da kitleselleşmiş değil. Bu nedenle alternatif ağ ve dernekler çok fazla ön plana çıkamıyor. Bizim Bilişim Emekçileri Dayanışma Ağı olarak bir araya gelişimizin temel sebeplerinden biri bu aslında. Böyle bir eksiklik var.

Bilişim Emekçileri Dayanışma Ağı nasıl oluştu, neden “ağ” tipi bir örgütlenmeyi tercih ettiniz?

Biz çok yeni bir araya geldik. Henüz bir manifestomuz da yok, ama bir adım attık, tartışıyoruz. Sektörel bazlı örgütlenmeyi önüne koyan, içerisinde birçok sektörü barındıran Kent Emekçileri Dayanışması‘nın çatısı altında, ona bağlı bir dayanışma ağıyız. Bilişim sektörü birçok alandan çalışanın olduğu bir yapıya sahip. Bu sebeple sektör çok dağınık ve kendi içinde birçok sorunu barındırıyor. Sorunlardan en önemlisi mesai saatleri, esnek çalışma. Beyaz yakalıların işçi olma durumunu özümsememe sorunu var. Bu nedenle mesleki dayanışmayı önümüze koymalıyız. Örgütlenme ihtiyacını bu kesime anlatmalıyız.

Bilişim sektörü çalışanlarının, özellikle kod yazıcılarının esnek çalışma şartlarıyla bir tür “özgürlük” sahibi olduğu da iddia ediliyor; ofise daha az gidebiliyorlar, istedikleri yerden çalışabiliyorlar… Bu “özgürlük” tanımı örgütlenme girişimlerini nasıl etkiliyor?

Esnek çalışma konusu çok çetrefilli. Sekiz saat çalışmayı bir sınır olarak koyalım mesela. Esnek çalışma bu sekiz saati hangi saat aralığına taşıdığımla değil, o sekiz saati aşmayla ilgili. Bilişim çalışanları mesai saatini aştığında fazla mesai ücreti almaz genelde. O kadar içselleştirilmiş bir durum ki bu, insanlar bunun bilincinde değil, böyle olması gerektiğini düşünerek çalışıyorlar.

Akgül: Bir dışarıdan, bir de içeriden görünen tablo var. İçeriden bakıldığında, bir duvar işçisinden çok da farkı yok bilişim emekçilerinin. Kodları yan yana getirerek bir şekilde bir şeyler inşa ediyorlar. Bilişim yeni bir sektör olduğu için kapitalizm için de zor. Yazılımcıları nasıl çalıştıracaklarını bilmiyorlar. Bununla ilgili çeşitli modeller deniyorlar, ama olmuyor. Yazılımcıyı gün boyunca bilgisayar başında tutarak ortaya her zaman verimli bir şey çıkaramıyorlar. Hepsinin altında yatan şey tabii ki kârı maksimize etmek. Nihayetinde, yazılımları geliştiren insanlar o esnek ve uzun mesailer içinde mesai ücretlerinden hiç faydalanamıyor. Silikon Vadisi meşhurdur, ama eğer ABD’li değilseniz daha düşük ücretler alıyorsunuz orada da, ne kadar yetenekli olursanız olun. ABD firmalarının çoğunda Hintliler, Vietnamlılar, Çinliler var ve ABD skalasının daha altında maaş alıyorlar. Firmaların onları isteme sebebi de bu zaten.

Bilişim sektörü erkek egemen de bir yer, değil mi? Bunun nedeni ne? Kadınlar sektörde neler yaşıyor?

Özçelik: Çok erkek bir sektör bilişim. Çok fazla mesaiye kalınabilen, bazen sabaha kadar ofiste kalmayı gerektiren bir sektör. Bu tür koşullar öne sürülünce otomatikman kadınları eleyebiliyorlar. Çocuğu olan anneler “çocuğu var, kalamaz” diyerek elenebiliyor. Ayrıca, eşit olmayan ücretler söz konusu, kadınlar daha düşük maaşlara çalıştırılıyor. Mesela bir örnek, Amazon firması işe alım süreçlerini bir yapay zekâ havuzundan yararlanarak yapıyor. Birçok sektörde erkek oranı yüksek olduğu için yapay zekâ kurgularken “ben erkek almalıyım” diyor. Bilişim Emekçileri Dayanışma Ağı olarak bizim amaçlarımızdan biri de sektörü kadınlaştırmak, biçilen toplumsal rolden çıkarmak, eşitliğin olduğu bir sektör yaratabilmek.

Farkındaysanız, bugünlerde anlık mesajlaşma uygulaması BİP’in haberleri, reklamları dolaşmaya başladı. BİP’in arkasında Turkcell ve Varlık Fonu var. O verilerin kendisine de akmasını istiyor hükümet. Kullanıcı Sözleşmesi’nde, “bütün verileri alır ve paylaşırım” deniyor açık açık.

Yukarıdan bakınca bilişim sektöründe sanki bir avuç dev şirket ve onların yüzlerce çalışanı varmış gibi görünüyor. Hâlbuki bilişimde de epey bir taşeronlaşma, çeşitli boyutlarda şirketler, şirket ağları var. Sektörün yapısını nasıl görüyorsunuz?

Büyük firmalar taşeronlaşma bazlı çalışıyor. İşçileri outsource olarak çalıştırıyorlar genellikle. Böylece, çalıştırdığı elemana hem kendi bünyesindeki işçiden daha az maaş veriyor hem de onu sigorta gibi en temel haklardan yararlandırmayabiliyor. Ancak, bu şekilde çalıştırılan işçi aynı zamanda bütün işleyişten sorumlu tutuluyor. Ben de öyle çalışıyorum maalesef. Benim çalıştığım yerde, şirket bünyesinde çalışan işçiden çok outsource çalışan var. Bir de danışman firmalar var. Danışman firmalardan destek alıp daha az ücrete işçi çalıştırabiliyorlar. Danışman firmalardan paketler satın alıp kendi yazılımcılarına yaptırmıyorlar.

Akgül: Yirmi kişilik yeni mezun arkadaş çevremin büyük çoğunluğu bankalarda, o bankaların outsource firmalarında çalışıyor. Bir firmaya gidiyor işçi, orada ne iş yapacağı, kime çalışacağı belli değil. O firma bir yere danışmanlık veriyorsa eğer, örneğin üç ay bir bankaya, sonra üç ay başka bir yere çalışıyorsun. Firmanın özlük haklarına sahip olmadan çalıştırılıyor işçi. Yazılımcılar içinden çok ciddi bir beyin göçü var. Bazı firmalar birazcık büyüdüğünde tası tarağı toplayıp gidiyor, bireysel yazılımcılarda da böyle bir akım var.

Bilişimciler için büyük şirketlere, tekellere dahil olmanın yollarını aramaktan öteye geçmek nasıl mümkün?

Dediğiniz şeyin özgür yazılım ve emek mücadelesi boyutu var. İkisi biraz ayrışıyor. Özgür yazılım kısmını şöyle anlatayım. İnternet doğuşu itibariyle demokratik bir ortam. Bugün kullandığımız İnternet alt yapısını oluşturan Word Wide Web’in ortaya çıktığı yapı bir vakıf, kâr amacı gitmeyen bir kuruluş. İnternet alan adlarını yöneten, IP adres alanlarının tahsisini sağlayan ve daha başka birçok şeyi koordine eden ICANN de öyle, kâr amacı gütmüyor. Demokratik bir şekilde yönetilen kurumlar bunlar. Wikipedia da en bariz örneklerden, destekçilerin, ona katkı yapanların sürdürdüğü bir oluşum… Birçok örnek var yazılım dünyasında, internette.

Özgür yazılım dediğimizde ise var olan tekelleşmeye karşı bunu kamuya açma, kamuya mal etme durumu esas. Bunu yaparken çeşitli lisanslarla devamlılığını sağlamayı taahhüt ediyor kuruluş. Signal örneği böyle. Kamu lisansı var, bazlarını görebilir, ona katkı sunabilir, kod örneği gönderebilirsiniz. Eğer kabul edilirse o kod çalışmaya başlar. Özgür yazılımlar, insanların işlerine yabancılaşmasının kırıldığı yerler. Mozilla Vakfı’ndan tutun da Signal Vakfı’na kadar, hepsi bağışla dönen ve destekçileriyle varolan kurumlar. Yaşayan ve bunların olanaklı olduğunu gösteren birçok örnek var. 

 

Bir yazılımı “özgür yazılım” yapan nedir?

Zeybek: Özgür Yazılım Vakfı tarafından çıkarılan, açık kaynak yani Genel Kamu Lisansı diye bir lisans var. Burada bir yazılımın nasıl açık kaynak kodlu olacağı dört maddede anlatılıyor: Programı sınırsız kullanma özgürlüğü, programın nasıl çalıştığını inceleme ve amaçlara uygun değiştirme özgürlüğü, programın kopyalarını sınırsız dağıtma özgürlüğü ve programın değişmiş halini dağıtma özgürlüğü. Bu dört özelliğe sahip olan bir yazılıma, “özgür yazılımdır” diyoruz.

Akgül: Benim bugün kodlama yaparken kullandığım araçların yüzde 80-90’ı özgür yazılım ya da açık kaynak oluyor. Microsoft çalışanlarının açık kaynak, özgür yazılıma katkı sağlamaları yasaktı bir dönem, çünkü yazılımcıların hem o kodlardan etkilenmesini hem de okumasını istemiyorlardı. Yakın bir süreçte bu uygulamalardan vazgeçtiler. Bunlar teknik konular belki, herkese anlamlı gelmeyebilir, ama açık kaynak, özgür yazılımın önünde duramıyor artık firmalar, bunu anlatmaya çalışıyorum. Bunun arkasından dolanmak istiyorlar, mesela diyorlar ki, “kodumu açık kaynak yapayım, çok fazla insana vereyim, onlar da geliştirsin, hataları, eksikleri onlar da görsün.” Çünkü Microsoft kaç insanı çalıştırabilir ki? Ama açık kaynak dediğiniz bir kodu bir sürü insan okuyabiliyor, onun bazını report edebiliyor, onu alıp kendine uyguladığında bir hatayla karşılaştığında tekrar rapor edebiliyor. Çok örnek var. Apache Yazılım Vakfı var mesela, bugün internetin üzerinde koşan bütün sitelerin yüzde 60’ı onların kodları, onların yazılımları üzerine çalışıyor mesela. Personal Home Page (PHP) var ve dünyadaki sitelerin yüzde 80’i bu dille üretiliyor, o da açık kaynak.

Zeybek: Bu bir savaş. Bizim savaşımız sermaye şirketlerinin kapalı kaynak kodlu yazılımlarıyla. Hemen hemen her birinin bir alternatifi var. Önemli olan, kullanıcı tarafında bunun kullanılması, yeter ki kullanılsın.

İşin emek mücadelesi boyutuna gelirsek…

Bilişim çalışanları kendisini sahipsiz hissediyor. Örgütlülük yok. Odalar var, elektrik ve bilgisayar mühendisleri odaları var, ama mühendis olmayan çok sayıda bilişim çalışanı da var. Bu alanlarda örgütlülük olabilmesi için basınç oluşturmak gerekiyor. İnsanların haklarını ararken korkmaması, haklarının ne olduğunu bilmesi elzem. Biz bu konularda elimizden geleni yapmaya çalışacağız. Bunlar zaten bir dayanışma ağının üzerine düşen vazifeler.

Bilişim sektörü birçok alandan çalışanın olduğu bir yapıya sahip. Bu sebeple sektör çok dağınık ve birçok sorunu barındırıyor. Bizim henüz bir manifestomuz da yok, ama bir adım attık, tartışıyoruz. Sektörel bazlı örgütlenmeyi önüne koyan, birçok sektörü barındıran Kent Emekçileri Dayanışması‘nın çatısı altında bir dayanışma ağıyız.

Antropolog Richard Sennett kod yazılımcılarını, kendi ritüelleri, sosyalliği, dili olan bir zanaatkârlar grubu olarak değerlendiriyor, tıpkı bir orkestra çalgıcısı gibi… Katılır mısınız? Bir kodcunun çalışma ritüelleri, sosyal hayatı nasıldır?

Zeybek: Ekip çalışması çok güçlü bizim alanımızda. Bu nedenle beraber çalışmaya, dayanışmaya çok açık bir alan bilişim.

Akgül: Signal’in kodlarına girip baktığımda mesela, üç kişinin bir şeye katkı sunduğunu görüyorum, onların bir şekilde birbirine paralel akması lâzım, o uyum şart. Evet, bir şekilde kendi dili var kodcuların. Bu belki diğer sektörlerde de vardır, ama bilişimde kendi içerisinde özelleşmiş durumlar söz konusu. Beni yazılımda cezbeden şey ise sürekli bir problem çözüyor olmak.

Özçelik: Ben analist olarak çalışıyorum, sürekli soruya yönelik bir durum var bizde. Hayata daha irdeleyerek bakıyorsun böyle olunca. Çözüm odaklı bakıyorsun.

Son söz?

Akgül: Evet, büyük şirketler var, güçlüler, ama kabına sığmayan bir dünya da var. Bilişim evrenindeki tüm korkunçluğa rağmen, alternatifleri kurmak somut bir biçimde önümüzde duruyor. Doğrudan demokrasinin örnekleri sergilenebilir. Söyleşide yer yer bahsettiğimiz uygulamalarla insanlar kendi mahallelerindeki bir şey için hızlıca karar verebilirler, ki bu da tabandan demokrasi demek. Karar mekanizmaları daha hızlı işletilebilir. İnternetin görünen korkunç resminin arka tarafında, ışık veren bir dünya da var. Korona sürecinde gördük, faturalarını ödeyemeyenlerin faturasını ödeyenler de çıktı. Güven tesis edildiğinde dayanışma ağları da oluşuyor.

^