“ETTEN, KEMİKTEN” SERGİSİ

Söyleşi: Anıl Olcan
26 Temmuz 2019
SATIRBAŞLARI

Bir yanda biyopolitika, nekropolitika, tahakküm ilişkileri, diğer yanda yaşamı savunan siyaset, öznenin bedenselliği, yeni materyalizm ve feminist ontoloji… Bütün bunları mercek altına alan “etten, kemikten” 27 Temmuz’a kadar Operation Room’da. Serginin küratörü Kevser Güler’i dinliyoruz.
Alican Şahinler, “Faydası yoktur”, 2016; “Korkunun (terrore impetum)”, 2015; “Ecele”, 2016
 (Fotoğraflar: Ertuğrul Sucu)

18 Mayıs’ta açılan“etten, kemikten sergisi iyileşme, sağlık, beden gibi birçok kavramı beraber düşünüyor. Bu katmanlılık fikri nasıl ortaya çıktı?

Kevser Güler: Operation Room’da açılan “etten, kemikten sergi serisi ve programları, yaşamı; tarihsel, toplumsal, bireysel, organik, inorganik ilişkileriyle canlı bedeni, canlıları, canlılığı düşünmeye dair sanatsal üretimlerden, sorulardan, pratiklerden yola çıktı. Bugünün özgüllükleri bağlamında, “yaşamsal bir adalet, yaşamsal bir siyaset ne demektir, sanatçıların, sanat yapıtlarının bu bakımlardan önerileri nelerdir” gibi sorulara yöneliyor. Neoliberal küresel kapitalist ilişkiler içinde biyopolitika ve nekropolitikanın bugünkü örgütlenme biçimlerine sanatçıların ve katılımcıların işaret ettikleri, önerdikleri, eleştirdikleri içinden, dönüştürücü olabilecek biçimler üzerinden bakmayı arzu ediyor. Toplumsal ve küresel duruma odaklanarak, bugün burada olanlarla olduğu kadar, varlığını yitirmiş olanla sorumluluk ilişkilerimizle ilgileniyor, şimdi ve burada olmayana, geriye dönüşsüz bir biçimde kaybettiklerimize, yaslarını tuttuklarımıza, korunamamış olanlara dair adalet taleplerimizin bağlayıcılığında yaşamı ve bir yaşam siyasetinin aciliyetini düşünmeye dair bir alan açmayı arzu ediyor. Sergi ve programlar, son yıllarda sanatsal üretimlerin yaşama, canlılığa nasıl yaklaştığına dair yaptığım araştırmalardan, çalışmalardan yola çıktı, bu yoldaki karşılaşmalar ve sohbetler ile sanatçılar ve katılımcıların üretimleriyle hayata geçti.

Nasıl bir takvim ve katılımla oldu bunlar?

18 Mayıs’ta, Operation Room’da ilk sergi, 3 Temmuz’da Bilsart’ta iki video gösteriminin kapsandığı ikinci sergi açıldı. 15 Haziran ile 3, 13, 17 ve 24 Temmuz tarihlerinde de performans, gösterim, söyleşi ve konuşmaları kapsayan programlar gerçekleştirdik. 2019 sergileri ve programları Alican Şahinler, Aslı Odman, Burak Özgüner, Çınar Eslek, Deniz Gül, Deniz Pasha, Fatih Artvinli, Gaye Çankaya Eksen, İris Ergül, Joachim Franz Beich, Kader Attia, Kerem Ozan Bayraktar, Laurie Charles, Linda Dement & Nancy Mauro-Flude, Marina Papazyan, Nilbar Güreş, Özden Demir, Pedro Barateiro, Şafak Çatalbaş, Şima İmşir ve Yasemin Özcan’ın üretimlerini bir araya getirdi. Sağlığa, hastalığa, yaşama, ölüme dair sorulara eğilerek insan bedenini yeniden düşünmeye çalıştı. 27 Temmuz’da 2019 sergileri ve programları sona eriyor. 2020 programı için insan olmayan bedenlere, insan olmayanın yaşamına odaklanan üretimlere ağırlık vermeyi arzu ediyorum. İnsan olmayan derken hem hayvanı, bitkiyi, dereyi hem de teknolojiyle yapılan ya da mümkün kılınan yaşam biçimlerini kastediyorum.

Sergide birçok zıtlık iç içe. İyileşmenin ve ölümün söylem olarak neoliberalizm tarafından yeniden inşa edildiği söylenebilir mi?

Zıtlıkları, çelişkileri bir arada konumlamaya, var edebilmeye, aynı anda işaret edebilmeye dair başka bir gücü olduğuna inanıyorum sanat üretimlerinin. Yargılar, doğrular, eylemlerle sınırlı olmayan biricik bir karşılaşmaya alan açıyor. Bugün, neoliberal kapitalizminin hem ölümü hem yaşamı hem de iyileşme ve sağlık fikrini toplumsal tahakküm mekanizmaları ve pazar ilişkileri içinde yeniden tanımladığından bahsedebileceğimizi düşünüyorum. Gıda ve su güvenliğinin sağlanmamasından, kentsel dönüşümün asbestli havasını solumaya mecbur bırakılmaktan, sosyal güvenceyi neredeyse toptan ortadan kaldırıp sağlık hizmetlerinin sadece gücü yetenin erişiminde olacak şekilde yeniden kurulmasından, var olanlara ve var olmaya dair hayati bir kaygıyla sürdürülen gündelik yaşamın tek tek kişiler üzerindeki ağır, tüketici etkilerinden, sebebi bulunamayan bağışıklık sistemi rahatsızlıklarının artışından ve tüm bunların beraberinde bireysel şifa konusunun gündemden düşmemesinden, hem ilaçların hem alternatif diye tanımlanan çeşitli yöntemlerin kullanımındaki artıştan, iş cinayetleri ve ulaşım cinayetlerindeki kayıpların savaş koşullarındaki kayıpları aşmasından, göçmenler ve mültecilerinin ölümün sınırında yaşamlarından ve ekolojik yıkımdan hareketle tartışılabilecek pek çok bakımdan bugünün kapitalizminin ölüm ile terbiye etmeye dair mekanizmalarının özgüllükleri olduğuna inanıyorum. Yaşamın ve ölümün pazar içinde yeniden tanımlandığı bu mekanizmalara bakan yapıtlar var sergide.

Sergideki yapıtlar, feminist bir ontolojiyi, yeni materyalist bir ontolojiyi, var olanlarla ilişkilenmenin yerleşik tahakküm yapılarını eleştiren türlü biçimlerini işaret ediyor.

Örneğin?

Pedro Bareteiro’nun Ters Yolculuk isimli video yerleştirmesi örneğin. Lityum elementiyle ilgili bir araştırma yapmaya başlayan sanatçı, bunun mobil teknolojiler için vazgeçilmez elementlerden biri olduğunu öğrenirken, aynı zamandan depresyon, bipolar rahatsızlık ve sara tedavisinde de ilaç olarak kullanıldığını keşfediyor. Diğer yandan, Avrupa’nın en geniş lityum madenlerine sahip Portekiz’in teknoloji ve ilaç endüstrisinin ivmelenerek artan lityum talepleriyle geri dönüşsüz biçimde yok edilen dağlarına, köylerine bakıyor hem bu bölgelerde hem de kentlerde bu madenciliğe karşı yürütülen direnişi işaret ediyor. Lityum üzerinden insan bedeni, kapitalizm, yeryüzü ve yaşamsal bir siyaset düşüncesine dair taleplerin kesişimini görünür kılıyor. Diğer yandan Deniz Pasha’nın Pygeum resmi de Afrika şifa kültürü ve bilgisinin ilaç endüstrisinin taleplerine karşı korunaksızlığını ve bu durumun yeni bir sömürgecilik biçimi olduğunu işaret ediyor.

Pedro Barateiro, “A Viagem Invertide (Ters Yolculuk)”, sunum performans, 13 Temmuz 2019


Sergi farklı feminist akımlardan etkilendiğini gizlemiyor. Bunlardan biri siber feminizm…

Linda Dement ve Nancy Mauro-Flude’un siberfeminizmi işaret eden çalışması Bir Bayrağa Dönüştürülmüş Siberfeminist Çarşaf performanslarından yola çıkan bir poster yaptık. Linda Dement üretimini siberfeminist olarak tanımlayan ilk sanatçılardan ve bu çarşafı kendi sanatsal ve düşünsel soykütüğünü dökmek için yapmış. Birkaç açıdan önemsiyorum Linda ve Nancy’nin katılımını. Siberfeminizmin bedeni kavrama biçimlerine dair, neredeyse bireysel bir manifesto netliğinde bir metinle beraber geliyor poster. İşleve, tahakküm yapılarındaki yerine, kültür ve dil bağlamındaki konumuna indirgenemeyecek taraflarıyla bedeni işaret etme, etkilenme ve etkileme kuvvetleriyle, haz ve eylem imkânlarıyla, inorganik-organik, doğal-yapay, makina ve teknoloji ile etkileşimleri içinde etkin maddesel bir fail olarak bedeni düşünme bakımlarından feminist materyalist bir beden ontolojisi önerdiğini düşünüyorum. Burada üstlendiğim feminizmin, beden ve iktidar ilişkilerini cinsel fark veya monist bir politik ontoloji içinde görmeye dair üretimleriyle kıta Avrupası feminizmi olduğunu da işaret etmek gerek belki. Diğer yandan, sağlık-hastalık sorularıyla ilgilenen bu sergide, feminist dayanışma pratiklerinin şifaya, egemen tahakküm mekanizmaları içinde daha güvencesiz, daha kırılgan olanın korunma, kollanmasına dair, yaşam hakkı savunulmayanı savunma, yası tutulmayanın yasını tutmaya dair tarihsel mücadelesini de işaret etmek istedim. Posterde gördüğümüz fotoğraf da bu çarşafla birlikte katıldıkları bir yürüyüşten, sokaktan. Posterleri çoklu üreterek, İstanbul’da da sokağa sızmasına bir vesile olmayı istedik. Sergiyi ziyaret edenler çıkarken yanlarına birer poster alabiliyorlar.

“Ters Yolculuk” lityum üzerinden insan bedeni, kapitalizm, yeryüzü ve yaşamsal bir siyaset düşüncesine dair taleplerin kesişimini görünür kılıyor.

Sergi iyileşme pratikleri ve feminizm ile de bir bağ kurmaya çalışıyor. Bu bağları kurma gayretinin sebebi ne?

Feminizm sergide birkaç bakımdan kritik olarak konumlandı. Bir yandan feminist dayanışma ve örgütlenme pratiklerinin hak savunuculuğu bağlamında gücünü ve tarihsel rollerini işaret etmek bakımından. Feminist hareketlerin hakkı savunulmayanın, korunmayanın, güvencesizlerin, “daha” kırılgan yaşamların korunması, kollanması, hakkının aranması süreçlerinde yürütülen mücadelelerde sağ kalmaya, güçlenmeye dair tarihsel birikimini ve hayatiliğini işaret etmenin elzem olduğunu düşündüm. Bunu bedenlerin bir aradalıklarla güçlenmeleri, iyileşmeleri, şifa bulma potansiyellerine dair bir zemin olarak görmenin anlamına inanıyorum. Diğer yandan feminist bir ontoloji düşüncesine yönelme arzusundan geldi. Rosi Braidotti, Elizabeth Grosz gibi feminist felsefecilerin, “beden”i tarihsel olarak okumalarında görebildiğimiz bir ontoloji düşüncesinin imkanlarına yönelme arzusu. Uçucu Bedenler’de Grosz’un tartıştığı gibi, tarihsel zihin-beden hiyerarşisinde, zihni erkekle, bedeni kadınla özdeşleştirerek bir tahakküm mekanizması kurulur, meşru kılınır. Kadın, daha bedensel, daha doğal, daha biyolojik olan olarak konumlanır ve bu konumlama zihin olmayan, kültürel olmayan olarak kadını bin yıllar boyunca ikincil kılar. Bu eleştiri hattı, feminist düşünürlerin hem beden çalışmaları hem de materyalist feminist bir ontoloji için bedenli bir öznelliği kurmaya dair üretimleri için bir hareket noktası oluşturuyor. Cinsel farkı tartışırken, öznelliğin her bir kişinin farkları, kapasiteleri, imkânları, kırılganlıkları, güçleri, yeri ve zamanıyla kavranması gereken bedenli bir öznellik olarak kurulmasının öneminin de altını çiziyorlar. Serginin mümkün kıldığı bir aradalıkta pek çok bakımdan Grosz’un gezindiğini hissediyorum.

Marina Papazyan, “Sevgili İltihaplı Folikül, Derimde Anma Var”, 2019

Biyopolitika ile ilgili yapıtların olduğunu görüyoruz. Sergide Michel Foucault da geziniyor diyebilir miyiz?

Biyopolitikanın, nekropolitikanın bugün yeniden biçimlendiğini düşünüyorum. Haklısınız, Foucault da geziniyor sergide. Marina Papazyan’ın Sevgili İltihaplı Folikül: Cildimde Anma Var yapıtıyla ilgilendiği cüzzam örneğin, biyopolitik tahakküm ve tecrit yapılarının kurumsallaşmasına dair tarihsel bir anı işaret ediyor. Nilbar Güreş’in yapıtları cinsel fark bağlamında biyopolitik dışlama ve kapsama pratiklerine değiniyor, yakın ilişkilenmelerle Pedro Barateiro yeryüzüne, Deniz Pasha bir ağaca, Laurie Charles tıp tarihinin beden kabulüne, Şafak Çatalbaş gündelik yaşamdaki hıza ve etkilerine, biyopolitik ilişkilenmeleri işaret ederek bakıyor. Günümüzde kapitalizmin, ancak ve ancak pazarlama ve satış hesapları uyarınca adım atan bir şirket gibi, insan, hayvan, ağaç, kent, dere, her şeye, sadece kâr hesaplarına göre, ekonomiye dahil olabildiği ölçüde varlık tanıyan formunda nekropolitikanın baskın olduğunu düşünüyorum.

Sergi metninde koruma pratiklerinin yaşamsal olanı savunmadaki yerinden bahsediyorsunuz. Bunu biraz açar mısınız?

Korumak, korunacak olana karar vermekle başladığından, politik güçlükler de barındırıyor. Güçlüklerine girmeden, kastetmek istediğimin hayvan gibi, orman gibi, su gibi, dere gibi, insan-merkezci sistemler içinde kendini koruyamayanların haklarının korunmasının, savunulmasının yaşamı savunmak anlamındaki yerine dair olduğunu söylemek isterim.

Deniz Gül, “İrtifa”, 2019

Deniz Gül’ün İrtifa ile yaşam ve ölüme, makina ve organik bedene, bunların bugün sağlık ve hastalığa dair sorularla ilişkilerine bakmaya davet etti. Bu yapıtta da feminist bir ontoloji düşüncesine dair bir jest görüyorum, sanat tarihinde maddenin hal değişimleriyle ilgilenmiş pek çok yapıttan ayrışıyor. Pek çok yapıtta feminist bir ontolojiye dair imkânların hissedilebildiğini düşünüyorum. Nilbar Güreş’in Kelebek ve Hemşire veya Bahriyeli yapıtlarında cinsel fark üzerinden, Laurie Charles’ın Eczacı ve Anatomik Diseksiyon resimlerinde insan tanımına içkin tahakküm yapılarından, İris Ergül’ün homo natura heykel yerleştirmesinde bir bedenin birliğine dair karar verirken yok sayılanlardan, Marina Papazyan’ın Sevgili İltihaplı Folikül, Derinme Anma Var’ında bedenselliğin gömülü olduğu karmaşık maddesel, anlatısal, imgesel ve hafızaya dair ilişkilenmelerden önerilerden geldiğini hissediyorum.

Sergide yer alan kavramların yaşamsal bir siyaset kurabilme becerisinin olduğunu düşünüyor musunuz?

Belli imkânları ve soruları işaret ettiğine inanıyorum. Yaşamı savunan bir siyaseti kurabilecek öznenin bedenselliğine, bedenselliğinin bugüne özgü imkânları, konumları ve karmaşık ilişkilenmelerine dikkat çektiğini düşünüyorum. Sergideki yapıtlar, feminist bir ontolojiyi, yeni materyalist bir ontolojiyi, var olanlarla ilişkilenmenin yerleşik tahakküm yapılarını eleştiren türlü biçimlerini işaret ediyor. Bunlar haftalar sürecek seminerlerle, sohbetlerle katedilebilecek çok büyük kavramlar, farkındayım, fakat hiç olmazsa not düşmek için, başka karşılaşmalara vesile olmasını arzu ederek, yine de söylemek istedim. “etten, kemikten”in peşine düştüğü ontoloji düşüncesinde sadece siyaset, felsefe ve bilimin kafi olmadığına, sanatın, sanat yapıtlarının elzem olduğuna inanıyorum. Var olanlarla ilişkilenme, etki etme ve etkilenme imkanlarımızın bazılarından feragat etmemek adına, transformatif metodolojileri keşfetmek için, dünyayla, dünyada var olanlarla, dünyasallıkla kurduğumuz ilişkilerin sadece anlamak veya dönüştürmekten ibaret olmadığını savunmak için elzem olduğuna inanıyorum.

Foucault da geziniyor sergide. Marina Papazyan’ın “Sevgili İltihaplı Folikül: Cildimde Anma Var” yapıtı biyopolitik tahakküm ve tecrit yapılarının kurumsallaşmasına dair tarihsel bir anı işaret ediyor.

Sergi, bedenin ucu açıklığına ve potansiyellerine dair konulara da değiniyor…

Evet, pek çok yapıtta buna da dikkat çekiyor. İris Ergül, bir bedenin başka bedenlere açıklığına bakıyor, Çınar Eslek dayanışmanın potansiyelleri içinde bedene bakıyor, Nilbar Güreş cinsel fark ve cinsellik imkânları bakımından açıklığa ve potansiyellerine bakıyor. Nilbar kadınların tıp ve şifa tarihindeki konumundan yola çıktı. Hem cinsiyetli bir kelime olan “hemşire”, hem de rahibelerin tanrısal şifa ile hemşirelik arasındaki rolleri ilgisini çekiyordu. Hemşire veya Bahriyeli’de hastane mekânında, burada türlü sebeplerle olan bedenlerin, cinselliğine dair ihtimallerini işaret etti. Bir eskicide bulduğu Joachim Franz Beich’ın yağlı boya resmini de dahil ettiği Kelebek adlı yerleştirmesi ise hem bir kadın komünitesi olarak rahibeleri düşündü, orada kız kardeşliğe olabileceği kadar lezbiyenliğe de dair olabilecek potansiyelleri işaret etti, hem de trans hareketin sahiplendiği sembollerden kelebek ile bedenin doğalcılık üzerinden kutsanmasını eleştirdi, trans öznelerin mevcut sağlık sistemi içindeki korunaksızlıklarına dikkat çekti.

Linda Dement & Nancy Mauro-Flude, “Bir Bayrağa Dönüştürülmüş Siberfeminist Çarşaf”, 2018-2019

Son yıllarda beden tartışmasının yükselmesini ne ile ilişkilendiriyorsunuz?

Üstüne çok düşündüğüm bir soru bu. Hem olumlu hem olumsuz taraflardan gelen dalgalarla yükseliyor. Bir yandan feminizmin ve queer eleştirinin mücadeleleri ve beden çalışmaları sayesinde beden ve bedenlerin politik gücü görünürlük kazandı. Bir yandan teknoloji ve bilimsel çalışmalar ile bedene dair bilgi ve bedene müdahale yöntemlerinin her gün artması yeni ilişkilenme biçimlerini, tartışmaları mecbur kıldı. Diğer yandan akıllı telefonlar, sosyal medya, internet, tüketim kültürü, nekropolitik tüm mekanizmaları içinde kapitalizm, sürekli bedeni işaret ediyor. Aynı zamanda, ekolojik kriz ve bu krize dair tartışmalarla beraber, insanın bir ekosistemin parçası olduğu düşüncesinin önem kazanması ve buradan tartışılan evrimsel, maddesel ve dolayısıyla bedensel; tüm ilişkilerle beden gündemde. Kişisel olarak heyecanlandığım, yaşamsal bir siyaset ve adalet düşüncesi için imkânlar barındırdığını da hissettiğim yeni materyalizm düşüncesi bağlamında da bedeni kavramak kritik.

İris Ergül, “homo natura”, 2019

“Yeni materyalizm”den kastınız ne?

Maddenin ve maddesel var oluşun kendi failliğinin imkânlarına yönelen, beden ve zihin, doğa ve kültür gibi ikiliklerle belirlenen ve dili, zihni ve kültürü merkezi ve üstün gören ontolojileri eleştirerek, var olanları bir süreklilik ilişkisi içinde kavramanın olanaklarına yönelen bir materyalizm düşüncesi. Sergide Kerem Ozan Bayraktar’ın Büyük Oksidasyon Vakası diyagramı bir bakıma yeni materyalizm düşüncesini de tartışıyor. Oksijene odaklanarak yeryüzünün tarihi, maddesel var oluşu, akışlar, ilişkiler ve bunların materyalist bir şekilde temellendirilmesinin imkanlarıyla ilgilenen sanatçı bu oluşu kelimeler, çizimler ve göstergesel ilişkilerle bir araya getiriyor.

Sergi mekânı bir hastanenin parçası. Hastane personeli sergiyi ziyaret ettiğinde nasıl tepkiler veriyor?

Bazıları gördükleri, duydukları imgeyi analiz ediyor. Alican Şahinler’in Faydası yoktur, 2016, Korkunun (terrore impetum), 2015 ve Ecele, 2016 adlı, biri kendini kaybetmeye dair bir ana, biri panik atak sırasındaki huzursuz aciliyet hissine, biri bir anlık bir mutluluğa dair olan üç otoportresine bakıp atağın hangi anlarında olduğunu bulmaya çalışanlar gibi. (gülüyor) Bazıları İris Ergül’ün bedenin birliği, bütünlüğü ve zamansallığıyla ilgilenen heykel yerleştirmesi homo natura’ya yaklaşıp, gördükleri formların hangi organ, hangi doku olabileceğini tartışıyorlar. Fakat, bugün çeşitli biçimlerde sağlık sisteminin öznelerinden olan hastane çalışanlarının mücadeleleriyle ilgili de çarpıcı sohbetler oldu bu ziyaretler sırasında. Bu alanda feminist, vegan mücadele ve emek siyaseti ile ilişkisi taleplere dair süreçleri ve vakaları dinlemek benim için çok ufuk açıcı oldu. Trans bir hastayı ameliyat etmeyi reddeden bir cerraha açılmış bir davanın, bir başka doktorunun günlerce insan hakları hukuku çalışıp yazdığı tıbbi rapor sayesinde, hasta lehinde sonuçlandığını duymak, hayvan deneylerine karşı mücadele eden doktor, hemşire ve eczacılarla tanışmak, insan bedeninin sadece erkek bedeni üzerinde yapılan araştırmalarla anlaşılabileceğine dair yüzyıllardır süregelmiş kabulle mücadele edenleri duymak, sağlık personelinin ihtimam ilişkileri ve şifa vermek bakımından duygularını ve düşüncelerini dinlemek dönüştürücü karşılaşmalar oldu. Bu bakımdan ilk serginin bir hastane sergi salonunda olması da “etten, kemikten”e ilk anda düşündüğümden çok daha fazla imkân sundu.

Şafak Çatalbaş, “Anlık Aydınlanmalar”, duvarda metin, üç video ve sergi süresince seanslar, 2019

Sergi kapsamında birçok farklı etkinlik düzenlediniz. Buradaki tartışmalardan bahseder misiniz?

Sergilerin ilgilendiği formların, meselelerin ve soruların, başka alanlardaki üretimler bağlamında nasıl ele alındığını görmeyi, olası karşılaşmaları çoğaltmayı önemsiyorum. Sergiler süresince etkinlikleri de bu niyetle düzenlemek istedim. Sondan başlayayım. 24 ve 17 Temmuz’da Şafak Çatalbaş, sergideki yapıtı Anlık Aydınlanmalar kapsamında iki seans gerçekleştirdi, biri Kadıköy’deki Karaköy iskelesinde, diğeri Karaköy’deki Kadıköy iskelesinde olan bu seanslar, yoga ve meditasyon pratiklerini kamusal alanla karşılaştırmak bakımından öneriler getirdiler. 13 Temmuz’da Amerikan Hastanesi’nin konferans salonunda, bir söyleşi, sunum ve performans programı gerçekleştirdik. Faklı disiplinler içinde hasta ve hastalık imgesine bakmak, bunların bireysel ve toplumsal referanslarını birlikte düşünmek gibi bir niyetim vardı programı oluştururken. Bu program kapsamında Şima İmşir, Türkiye kadın edebiyatında hasta ve hastalık temsilleri ve metaforları üzerine çalışmalarını sundu ve Marina Papazyan’ın sergideki yapıtı ile ilişkisi içinde cüzzam ve bu hastalıkla metin üzerinden ilişkilenmesine dair düşüncelerini paylaştı ve hastalık ile metnin temaslarına değinen bir söyleşi gerçekleştirdiler.

Feminizm sergide birkaç bakımdan kritik olarak konumlandı. Bir yandan feminist dayanışma ve örgütlenme pratiklerinin hak savunuculuğu bağlamında gücünü ve tarihsel rollerini işaret etmek bakımından, diğer yandan feminist bir ontoloji düşüncesine yönelme arzusundan.

Fatih Artvinli, Tababet-i Ruhiye Edebiyatı: Deli, Doktor ve Sanatçı başlıklı sunumuyla, yolu bimarhaneden geçmiş, üretim süreçlerinin belli anlarında akıl hastanelerinde bulunmuş, Neyzen Tevfik gibi, Gomidas Vartabed gibi kişilerin yaşamlarına değindi. Aynı zamanda soykırım, darbe ve sürgün gibi toplumsal yıkım süreçlerinin tek tek kişilerin yaşamları ve sağlıkları için neye takabül edebileceğine dair fikir veren yaşamlardan bahsetti. Aslı Odman ise İş Cinayetleri ve Nekropolitika başlıklı sunumunda, çalışma toplumunda sağlığı konuşurken işçiden başlamanın önem ve aciliyetini işaret etti ve bugünün kapitalizminin çevre felaketinin izini bıraktığı ilk yerin de işçinin bedeni olduğunun altını çizdi.

Deniz Pasha, “Pygeum”, 2019


Pedro Barateiro, lityum çalışmasını bir sunum peformans olarak paylaştı ve Yasemin Özcan farklı şifa bilgileri ile ilişkilerinden beslenen yapıtlarından bir seçkiyi izleyici ile paylaştı ve hem dayanışma süreçlerinin hem de üretimin şifaya dair imkânlarından bahsetti. Daha önce, Bilsart programı kapsamında 3 Temmuz’da Çınar Eslek, otobiyografik referansları ve metaforik anlamları içinde, birlikte yürümek, ve yürümek için birbirine güç vermek üzerine düşündüğü videosu Zemin (Prolog)’u göstererek üretiminin geneliyle ilişkili kavramlara değindi. Zemin (Prolog)’un gösterildiği 10 günün ardından, Linda Dement ve Nancy-Mauro Flude’nin Siber Feminist Çarşaf Performanslarının Haziran, 2019’da gerçekleştirdikleri sonuncusunun dokümantasyon videosunu gösterdik.

Serginin ilk programı ise, yine hastanenin konferans salonunda, 15 Haziran’da gerçekleşti. Gaye Çankaya Eksen Spinoza’da Bedensel/Zihinsel Yetkinlik Dereceleri ve İnsan Üzerine başlıklı konuşmasında, Etika’dan yola çıkıp Spinoza ontolojisi bağlamında olumlu ve olumsuz duygularla ilişkilenmeye dair okumasını paylaştı, bu ilişkilenmenin tekil ve toplumsal anlamlarına dair olasılıklardan bahsetti. Deneye Karşı Platform’dan Burak Özgüner hayvan deneylerine karşı mücadelelerine dair bir sunum yaptı. Burak, sunumunda deneylerde katledilen ve işkence gören hayvanlar için adalet taleplerini detaylandırdı ve aynı zamanda neoliberal kapitalizmin eğitim ve sağlık sitemlerindeki dayatma ve düzenlemelerinin iç içe geçmesini ve bunun ürettiği şiddeti görünür kıldı. Kader Attia’nın 2016’da yaptığı Yansıtan Hafıza adlı filmini gösterdik. Yansıtan Hafıza hayalet uzuv sendromu üzerinden, kişisel yaslar ve kayıplar ile toplumsal travmaları, göçleri ve sürgünleri bir araya getiriyor. 15 Haziran programını, Özden Demir’in refakat ettiği bir tedavi sürecinde yazdığı, üç şiirini, Teşrih Masası, Şiir ve Gluten’i okumasıyla bitirdik. Gluten’in son dizeleri şöyleydi: Bal çalındı / Dünya titrek / Gard alındı / Evren büyük.

^